Tanrıçalar ve Tanrıça’nın Dönüşümleri
J. CAMPBELL
ISBN: 9786257913232
Sayfa: 379
Baskı Yılı: 2020
Baskı Yeri: İstanbul
Yayınevi: İthaki Yayınları
LIBRI VII (2021) 57-59
Geliş Tarihi: 12.02.2021 | Kabul Tarihi: 17.02.2021
Elektronik Yayın Tarihi: 01.03.2021
Telif Hakkı © Libri Kitap Tanıtımı, Eleştiri ve Çeviri Dergisi, 2021
J. CAMPBELL, Tanrıçalar ve Tanrıça’nın Dönüşümleri. Çev. N. KÜÇÜK. İstanbul 2020. İthaki Yayınları, 379 Sayfa. ISBN: 9786257913232
Karşılaştırmalı mitoloji alanında çalışmalarıyla ünlü yazar Joseph Campbell orijinal ismi “Mysteries of Feminine Divine” olan bu kitabında tanrıçanın dönüşümünü izleyen sürecin tarih boyunca nasıl ilerlediğini gözlerimizin önüne sermektedir. Joseph Campbell’in bir dizi konferansında yaptığı konuşmaların bir araya getirilmesiyle oluşan kitap çok sayıda görselle desteklenmiştir. Sümer, Hint ve Mısır tanrıçalarına, Orta Çağ şövalyeleri zamanından Homeros destanlarına ve en sonunda Hristiyanlığın içindeki sembolizme kadar gelinen yerde tanrıça anlayışı yazarın kendine özgü diliyle anlatılır. Bu dönemlere bakarken bir yandan da tanrıçanın doruk noktasından aşağı doğru bir seyir izlediğini de gözler önüne serer. Ancak son bölümlere doğru tanrıçanın nasıl dönüşerek sembollerin içinde hala toplumun tapınışına ait olduğunu fark ederiz. Ayrıca, bu kitabı farklı kılan bir unsur da Odysseia anlatımının yazar tarafından bir erginlenme olarak ele alınmasıdır.
Kitap; İçindekiler (5-7); Editörün Önsözü (9-13); Giriş (15-33); Mit ve Dişi Mabut (37-59); Yaratıcı Anne (61-105); Hint Avrupalıların İstilası (106-123); Sümer ve Mısır Tanrıçaları (124-159); Yunan Panteonundaki Tanrıçalar ve Tanrılar (160-208); İlyada ve Odysseia (209-312); Aşk (Amor) (313-369); Ek (367-369), Okuma Önerileri (370), İzinler İçin Teşekkürler (371-372), Joseph Campbell Kaynakçası (373- 375), Editör Olarak (376), Yazar Hakkında (377-378), Joseph Campbell Vakfı Hakkında (379) bölümlerinden oluşur.
Kitap, yazar hakkında bir tanıtım ile başlayıp İçindekiler (5-7) bölümüyle devam eder. Bundan sonra editör yazarın toplu eserleri hakkında bir bilgi verir. Editör önsözünde kitapta yazarın Tanrıçaya ilişkin araştırmalarını ve tanrıça mitinin tek bir tanrıçadan birçok tanrıçaya evrilme sürecinin oluşumunu buluruz.
Giriş (15-33) bölümünde yazar günümüz kadınlarının zorlukları hakkındaki düşüncesini kadının tarih boyunca geçirdiği dönemlerle açıklamaya başlar. Yazar Yontma Taş çağındaki kadının tanrıçalığının doğumla ve doğa ile bağdaştırılırken zamanla bunun erkekler üzerinde bir korku oluşturduğu düşüncesini ele alır. Tarih boyunca kadının yeryüzüyle aynı büyüye sahip olmasından dolayı tanrıça saygınlığı artıp dünyanın farklı yerlerinde farklı zamanlarda görüldüğüne, bir dönem tüm dünyada tanrıça figürü yükselirken MÖ IV. bin yıldan itibaren bu konumundan nasıl indiğini anlatır. Ancak yazara göre tüm inançlardan daha fazla Yahudiliğin sırtını döndüğü tanrıça tüm inançların bir yerinde muhakkak doğal olarak bulunmaktadır.
Birinci bölümde “Mit ve Dişi Mabut” ana başlığının altında yazar “Paleolitik Kültürlerde Tanrıça” (37-50) alt başlığı altında doğanın parçası olan kadının ilişkisini toprağa bağlar. Hem de bunu bazı ritüellerdeki kurban kavramını yeniden doğmayla bağlantısını açıklarken bakireden doğmanın tinsel bir amaç, yaşam kavramının uyanışı olarak betimler. En eski dönemlerde bulunan heykelciklerin kadın figüründe olmasından hareketle tapınılan en eski varlığın kadın olduğunu söyler. Kadının somutlaştırılması onun doğasıdır ama erkek toplumdaki rolüyle var olmaktadır. Aynı bölümün “Doğa Olarak Tanrıça” (50-59) başlığında ise kısaca yazar Tanrıça’nın Yeryüzü olduğunun altını çizip mitolojinin göndermelerden ibaret olduğundan yola çıkarak, somut ve soyut kavramlar üzerinde tüm inançların kendilerine ait bir ortak noktaları olmasına rağmen kendi düşüncelerinde hep birbirini anlayamama sorununu da dile getirir.
İkinci bölümde yazar “Tanrıça-Yaratıcı Anne” üst başlığı altında “Taştan Bakıra Anadolu ve Eski Avrupa”da (61-90) tanrıçanın yaratıcı anne -tohumu alıp yaşama dönüştüren- düşüncesini dünyanın çeşitli yerlerinden; Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Hindistan, Japonya ve Çin gibi bölgelerde aynı dönemdeki buluntularında ışığında bazı ritüellerden örneklerle açıklar. “Bakırdan Tunca: Girit” (90-105) başlığı altında yazar Minos uygarlığındaki tanrıça kültünün sembolizminin günümüzde hala yaşadığı bazı örnekler verir. Girit’teki bu büyük uygarlığın tanrıçası iki boyutludur; yani hem dünya hem de ruhsal dünyanın ortasında durup doğanın dişi güneşi, erkek ayına ve yeniden doğumu simgeleyen yılana hükmeder. Yazar Minos’un volkanik patlamanın etkisiyle yok olmasından sonra bu tanrıça anlayışının tanrıçadan tanrıya doğru hakimiyete kaydığını söyler.
Yazar üçüncü bölümde “Hint-Avrupalıların İstilası” (106-115) başlığı içinde Neolitik ve Erken Tunç Çağı’ndaki Hint-Avrupalıların istilasını bazı kültürlerde tanrıça kültünü nasıl etkilediğinden bahsedilirken dillerdeki bazı kavramların nasıl eril bir duruma evrildiğini anlatır. Hint-Avrupalıların getirdiği höyüklerin içine kocasıyla birlikte gömülen kadının Hint dilindeki “sati” kelimesinin var olma anlamına geldiğini açıklayarak kadının nasıl görevinin değiştiğini belirtir. Bir önceki bölümdeki Minos uygarlığının devamı olan “Miken” (116-123), bu bölümün alt başlıklarından biridir; Miken uygarlığında tıpkı Hindistan’daki gibi tanrıça tekrar geri dönmüştür. Ancak Dor istilaları ile Miken uygarlığı yıkılırken yerini büyük bir sessizliğe bırakır.
Dördüncü bölüme geldiğimizde “Sümer ve Mısır Tanrıçaları– Soyut Alan; Uygarlığın Doğuşu” (124-141), “Sami İstilası; Sargon ve Hammurabi” (141-145) başlıkları altında Bereketli Hilal’in etrafındaki tanrıça imgesinin yeryüzünün annesinden çıkıp kozmik bir tanrıçaya dönüşmesinden bahseder. Bu tanrıça figürlerle değil resimlerdeki formlarda görünür. Yazar kitabının birçok yerinde alıntıladığı Kutsal Kitap’ın yaratılış hikayesini Sümer yaratılış mitinde göründüğüne dikkat çeker. Sami mitolojilerindeki tanrıça vurgusu daha çok kozmik bir yere taşınıp soyutlanarak tapınım eril kahramanlara bırakılmıştır Aynı bölümde “Mısır” (146-159) başlığında yazar Mısır’ın gökyüzü tanrıçası Nut’un yeryüzü kocası Geb’ten gebe kalıp güneşi doğurmasıyla başlayan mitolojisinden bahsederken Isıs ve Osiris mitiyle, bize tanrıçanın baş kahraman olduğu bir örnek verir.
Bölüm beşte yazar “Yunan Panteonundaki Tanrıçalar ve Tanrılar” (160-169) başlığında her şeyin metafor olduğu kavramını ileri sürerek mitolojiyi teolojik bağlamda ele alır. Tanrı benim dendiğinde tanrı ya da tanrıçaya hakaret olarak kabul edilmesinin üç büyük dinin temelinde yer aldığını örneklerle açıklar. Matematiksel olarak evrenin düzeninin tanrıçanın sayısı olan 9’la ilişkilendirip tarihin ve hayatın her yerine nüfuz ettiğini ileri süren yazar Yunan tanrıçalarının şahsileştirilmesinin matematiksel düzenin tezahürleri olduğunu söyler. Yunan mitlerinde tanrıçanın çok çeşitli kılıklarla karşımıza çıktığını kitabın ilerleyen alt başlıklarında açıklar; Artemis (170-180), Apollon (180-191), Dionysos (191- 192), Zeus (193-199), Ares (199- 202), Athena (202-208).
Altıncı bölümün başlığı her ne kadar “Tanrıça’ya Geri Dönüş” olsa da yazar “İlyada ve Odysseia”yı anlatırken tanrıçaya olumlu bir dönüşten bahsetmez. “Paris’in Seçimi” (210-222) alt başlığında İlyada’nın konusu olan Troia savaşının sebebi olan Paris’in seçimindeki tanrıçaları aşağılamaya değinerek erkek egemen tanrıların hikâye içindeki baskınlığına dikkat çeker. “İlyada” (222-231) başlığında çok bilinen bu Homeros’un destanını yazarın kendi ifadeleriyle okuruz. “Odysseia” (232-254) başlığında yazar kendi anlatımıyla anlatacağını iddia etse de farklı bir Odysseia okumayız aslında. Hikâye olduğu gibi aktarılır ancak iki erginlenmenin, Odysseus ve oğlu Thelemakhos’ta görüldüğünü söyleyerek bu konuyu bilinen bir Hindistan mitiyle bağdaştırmaya çalışır.
“Dönüşümün Gizemleri – Geçmişin ve Geleceğin Tanrıçası” (255-267) başlığında yazar yedinci bölümde bundan önceki bölümlerin kısa bir özetini yapıp gizem kültlerinin her dönem varlığına işaret ederek aslında bu mitolojilerin Hristiyan mitolojisine bir giriş işlevi gördüğünü açıklar. “Gizem Kültleri” (267-279) alt başlığında ise bu kültlerin tarım dönemlerinden geldiğini belirtip Atina’nın Eleusis kentini odaklayan bir anlatıma girişir yazar. Özellikle kutsal çocuğun doğumu mitinde bir önceki bölümde anlatmak istediğini bu mitin örneğinde açıklar. Bir başka mitolojik örnek verir; “Persephone’nin Kaçırılması” (279-296). Buradaki örneğin sonucu olarak gizem kültlerinin Hristiyan savunmacılar tarafından hor görüldüğünü ve aslında bütün bu gizemlerin yaşamımızın yaşamla beslendiğini ve her şeyi olduğu haliyle kabul etmenin bir yansıması olduğu anlatır. Yazar başka bir alt başlık olan “Dionysos ve Dişi Mabut”ta (296-312) Dionysos gizemlerinin Antik Yunan’ın eril tanrılarına karşılık tanrıçayla ilişkilendirilen sembollerin yeniden ortaya çıktığının görüldüğünü söyler.
Sekizinci ve son bölümün “Aşk (Amor)” (313-328) başlığı altında yazar tanrıçanın tarihsel sürecine değinip sonunda Hristiyanlığın bu konuda Avrupa’yı nasıl etkilediğini açıklar. Eski Ahit ve Yeni Ahit’teki yine eril tanrının tanrıçayı tamamen dışlamak isterken bazı dişi kavramların hala orada olduğunu görmemizi ister. “Bakire Meryem” (328-329) örneğini bir alt başlık olarak verir. “Aşk Sarayı” (330-348) başlığında Arthur efsanelerinden bir örnekle Orta Çağ Avrupası’nda kadının etkisi sembolik bir şekilde aşk kavramında yükselir. “Tanrıça’nın Rönesansı” (348-364) son başlığında 15. yüzyıldaki Rönesans hareketiyle tanrıça sembolü sanatın içine girmiş antik Yunan’dan üç güzeller gibi kavramlar Hristiyan teolojisinde başka tezahürlere dönüşür. Bu bölüm tanrıçanın Batı dünyasındaki baskın inancın içindeki tanrıçanın geri dönüşüne bir örnektir.
“Yerden Yükseliş” (365-366) başlığındaki kısa bölümde yazarın bir kız okulunda öğretmen olduğu örneğiyle bir sonuç yazısı yazılmıştır.
Ek (367- 369), Okuma Önerileri (370), İzinler İçin Teşekkür (371-372), Joseph Campbell Kaynakçası (373 -375), Editör Olarak (376), Yazar Hakkında (377-378), Joseph Campbell Vakfı Hakkında (379) bölümleriyle kitap sona erer.
Sonuç olarak Joseph Campbell’ın “Tanrıçalar ve Tanrıça’nın Dönüşümleri” eserinin sohbet diliyle yazılmış bölümleri oldukça bilimsel gerçeklerle desteklenmiş “Tanrıça” mitini anlaşılır ve zevkli bir şekilde okumamızı sağlar. Tanrıça her ne kadar ataerkil gelenekler ve düzen tarafından dışlanmaya çalışılsa da dönüşümü ve dayanıklılığıyla her daim aramızda olduğunu gözler önüne sermesiyle yazar bizi oldukça şaşırtır. Mitolojinin tanrıçalar kapsamında yapılan araştırmalarına büyük katkıda bulunacak olan kitap kadın ve cinsiyet konusunda da bilgilerle oldukça faydalı olacaktır. Kitapta tarihsel bir süreç takip edilirken yazarın pek çok kültürel uygulamalardan, dillerin yapısından bahsedip birçok savını görsellerle desteklemesi bu konudaki araştırmaların arasında yararlı bir kaynak oluşturuyor.
Akdeniz Üniversitesi
Akdeniz Uygarlıkları Araştırma Enstitüsü
Banu ÇELİK (MA.)
selalba@gmail.com
Kalıcı bağlantı adresi: http://www.libridergi.org/2021/lbr-0298