Antik Yunan’da Toplumsal Cinsiyetin İnşası
D. YILMAZCAN
ISBN: 9786052589830
Sayfa: 302
Baskı Yılı: 2020
Baskı Yeri: Çankırı
Yayınevi: Akademisyen Kitabevi
LIBRI VII (2021) 33-35
Geliş Tarihi: 16.02.2021 | Kabul Tarihi: 26.02.2021
Elektronik Yayın Tarihi: 01.03.2021
Telif Hakkı © Libri Kitap Tanıtımı, Eleştiri ve Çeviri Dergisi, 2021
D. YILMAZCAN, Antik Yunan’da Toplumsal Cinsiyetin İnşası. Çankırı 2020. Akademisyen Kitabevi, 302 sayfa. ISBN: 9786052589830
Defne Yılmazcan kitabında, kadının ilk Antik Yunan Uygarlıkları’nda tanrıça olarak tapınılacak kadar yüceyken nasıl eril güç tarafından zaman içinde geri plana çekildiğini anlatmaktadır. Kadının bu ötekileştirilme ve erkek egemen toplum tarafından yok sayılmasını feminizm bağlamında değerlendirip Tarih, Sosyoloji, Arkeoloji ve Mitoloji kayıtlarıyla temellendirerek, bize oldukça kapsamlı bir toplumsal cinsiyet araştırması sunmaktadır.
Kitap; Önsöz (iii), İçindekiler (vii-ıx), Bir Toplumsal Cinsiyet Kavrayış Paradigması; Feminizm (1-12), Minos ve Miken Uygarlıklarında Toplumsal Cinsiyet Kurgusu (13-79); Antik Yunan’da Toplumsal Cinsiyet Kurgusu (81-206); Klasik Yunan Mit Dizgesinde Toplumsal Cinsiyet Kurgusu (207-271); Vokabüler (272-284) ve Kaynaklar (285-302) bölümlerinden oluşmaktadır.
Önsöz’de yazar Antik Yunan’ın batı medeniyetinin temeli olarak görülmesine rağmen kadının vatandaş bile kabul edilmediğini belirtir. Antik Yunan Uygarlığı’nın iki öncülü olan Minos ve Miken uygarlıklarından özellikle Minos’ta anaerkil bir yapının görüldüğüne ve giderek bu yapıdan uzaklaştığına vurgu yapılmaktadır. Çalışmanın amacı olarak, Antik Yunan Uygarlığı’nda toplumsal cinsiyetin nasıl inşa edildiğini ve süreçte kadının ataerkil yapı altında kimliğini nasıl kaybettiği irdelenmesi verilir. Aynı zamanda bu çalışma feminist bir bakış açısıyla da devşirilmiştir.
Birinci bölüm olan Bir Toplumsal Cinsiyet Kavrayışı Paradigması: Feminizm (1-3) ana başlığında yazar tarihsel açıklamalara girişmeden önce Feminizm’in tanımını yapar. Feminizmin Tarihçesi (4-11) alt başlığında Fransız Devrimi’nden itibaren başlatarak, Feminizmi 19. yüzyılın sonlarında birinci, 1960’lı yıllarda ikinci, 1980’lerde ortaya çıkan da üçüncü dalga Feminizm hareketi olarak tarihsel bir şekilde ele alıp bu dönemlerin nedenlerini sorunlarıyla birlikte açıklar.
İkinci bölümde yazar Prehistorik Dönemlerde Kadın/Erkek İmgesi (13-16) başlığında, kadının durumunu tarım toplumu bağlamında açıklarken bu dönemde ataerkil bir düzenin bulunmamasına dikkat çeker. Minos Tarihi ve Toplumu (16-20) başlığında MÖ 2000-1200 yıllarında varlığını sürdüren Minos Uygarlığı hakkında tarihsel bilgiler verilir. Minos Toplumunda Kadın/Erkek İmgesi (20-25) alt başlığında uygarlıkta kadınların konumu Arkeolojik buluntuların ışığında açıklanır; Kadınlar dini törenlerde erkeklerle birlikte yer almaktadır. Anaerkil Yapının Sanata Yansımaları (26-39) ile kitap Minos kültüründeki tanrıça kültü nedeniyle kadınların dini törenlerde ön planda olduğunu söyler. Minos Uygarlığı’ndaki anaerkil yapının varlığını sanata olan etkilerini yine buluntulardan örnekler vererek vurgular. Miken Tarihi ve Toplumu (39-44) bölümünde ayrıca Minos Uygarlığı’ndan sonra gelen Miken Uygarlığı hakkında tarihsel bilgiler verilir. Burada ayrıca Miken toplumundaki kadın ve erkeğin konumunun ataerkil bir düzende olduğu açıklanır. Ancak kadının dini ritüellerde hala ön planda olduğu da göz ardı edilmez (45-49). Homeros’ta Kadın/Erkek İmgesi (49-70) başlığında yazar Homeros’un dünyasında kadının yerini İlyada ve Odysseia’dan örnekler verilerek açıklar; bu dünyada İlyada’da kadın tam bir ataerkil düzen içinde değildir ancak Odysseia’da kitapta yazılışıyla Penelope karakteri bağlamında olması gereken bir kadın tasviri çizer diye açıklanır. Toplumsal Yapının Sanata Olan Yansımaları (70-80) alt başlığında ise yazar Shilleman’ın ve diğer kazılardan ortaya çıkan arkeolojik bulgular kapsamında bilgi verir. Yazarın düşüncesine göre gerçek yaşam ve sanatta ve dindeki kadın erkek algısı birbiriyle örtüşmez.
Üçüncü bölümde Antik Yunan Tarihi ve Toplumu (81-85) başlığında yazar Dor istilalarından sonra Antik Yunan’da toplumsal cinsiyetin gelişimine öncelikle Arkaik ya da Karanlık Çağ hakkında bilgiler vererek bir giriş yapar. Anaerkil Düzenden Ataerkil Düzene Geçiş (85-88) kadının üretimden geri çekilmesiyle İonia merkezli bir kültürün oluşumuyla Antik Yunan’da artık neredeyse tam bir ataerkil düzene geçilmesi anlatılır. Hesiodos’un Cinsiyet Ayrımı (88-92) ile Hesiodos’un eserlerindeki cinsiyet ayrımından da örnekler verilir. Antik Yunan Toplumunda Rol Dağılımı (92-102) alt başlığında Antik Yunan’da cinsiyete yönelik rol dağılımlarını Atina’daki yaşamdan örneklerle kadının yine sadece bir çocuk taşıyıcısı, erkeğe bağımlı, eğitim alamayan bir birey olduğu açıklanır. Bu bölümde ayrıca evlilik kurumunun da ataerkil bir düzende gerçekleştiğine dair bilgiler buluyoruz. Eril Soyun Yeniden Üretiminde Bir Araç; Evlilik (102-114) başlığında kadının Antik Yunan toplumunda evlilikteki durumuna ait; doğurganlık, drahoma ve çeyiz gibi kavramlar irdelenmiş, boşanma konusunda da kadının haklarının olmadığı konusu açıklanmıştır. Eril ve Dişilin İlk Toplumsal Diskriminasyonu (114 -116), Eril Gücün Kurumsal Yapıya Yansıması (117-118), Cinsiyet Ayrımının Giyime Yansımaları (118-123) ve Oikos ve Polis Bağlamında Cinsiyet Diskriminasyonu (123-132) alt başlıklarında yazar bazı ayrımcılıklara -kurumsal sistem ve giyim- değindikten sonra kadının oikos (ev) ve polis (şehir) içindeki konumunu açıklar. Oikos içinde tüm sorumluluk kadında olduğu kadar şehirde bir o kadar da yoktur kadın. Kadını Ötekileştiren Bir Demokrasi (133-137) alt başlığında ise MÖ X. yüzyılda demokrasiye geçtikten sonra Atina’da kadının hukuk alanındaki durumu hakkında bilgiler buluyoruz. Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Seks, Erotizm ve Aşk (138- 142) başlığıyla yazar Antik Yunan’ın cinselliğe ve kadına bakış açısına değinir. Kadının Bedeninin Ekonomik Değeri (144-156) ile de hayat kadınlığı gibi bir kavramın Antik Yunan’da ne demek olduğunu, bu konuyla bağlantılı alt, orta ve üst sınıf hayat kadınları olarak ayrıldığını belirtir. Yazarın verdiği örneklerden bu konunun da cinsiyet ve sınıf ayrımının etkisinde kaldığını anlarız. Üçüncü bölümün devamında Eril Gücün Sanat Eserlerine Yansıması (156-168) başlığında cinsiyet ayrımının Antik Yunan Sanatı’na özellikle kadınların birer cinsel obje olarak kullanıldıklarına dair bazı sanat eserleri örnek gösterilerek açıklanır. Felsefi alanda da cinsiyetçiliği irdeleyen yazar bilgelik gibi kelimelerin aslında dişi olduğuna dikkat çekerek yine de Platon, Sokrates ve Aristoteles gibi düşünürlerin kadını felsefi alanda yeterli görmedikleri açıklanır (162-168). Kadının Tek Özgürlük Alanı (169-178) başlığında belli festivallerle sınırlanmış kadının başka sosyal faaliyetlere sınırlı bir şekilde katılabildiğini ancak bazı aristokrat kadınların diğer kadınlardan biraz daha özgür olabildikleri açıklanmıştır. Yazar üçüncü bölümde Tragedyalarda Ataerkil ve Feminist İzler (179-196) ile Tragedyalardaki Klytaimnestra ve Antigone gibi anlatımları örnek vererek kadın hakkında bir toplum düşmanı algısı yaratıldığını ve kadının kabul edilir imajının; güzel, çekici, çalışkan, doğurgan ve erdemli olması gerektiğinin altını çizerek toplumun nasıl bir ataerkil düşüncede olduklarını açıklar. Son olarak üçüncü bölüm “Sparta’da Toplumsal Cinsiyet Kurgusu” (196-206) başlığı altında Sparta’daki kadının yeri ve durumunu diğer Antik Yunan devletlerinden farklı olarak eğitim başta olmak üzere daha eşit olduklarını söyler.
Kitap dördüncü bölümü Klasik Yunan Mit Dizgesinde Toplumsal Cinsiyet Kurgusu (207-220) başlığıyla devam eder. Yine cinsiyet bağlamında Yunan Mitolojisi, tanrılar ve tanrıçalar hakkında kısa bilgiler verilir. Hesiodos’un Theogonya eserindeki tanrıların doğuşu anlatısından Antik Yunan’ın tanrıçalardan daha eril tanrılara geçişinden bahseden yazar, Tanrı Tarafından Kovulan Tanrıça (221-226) alt başlığında Persephone’nin hikâyesini ele alır. Bu hikâyeyle de eril göğün dişi yeryüzüne iktidarın zaferi anlatılmaktadır. Bereket Kavramının Tanrıçadan Tanrıya Geçişi alt başlığında (226-230) Phallus kavramının dişi tanrıçalardan eril bereket simgesi haline gelmesi süreci ortaya konur. Tüm Felaketlerin Kaynağı Kadın (230-240) başlığında ise felaketlerin kaynağı olarak kadının görüldüğüne işaret edilir. Hesiodos ve Simonides’in eserlerinden alıntılayarak özellikle Pandora hikâyesinde betimlendiğine dikkat çekilir. Pentheon’da Cinsiyete Göre Rol Dağılımı (240-243) alt başlığıyla bazı tanrı ve tanrıçaların rollerinin dağılım bölümlerine bir giriş yapılarak Zeus (243-246), Athena (246- 250), Hera (250-253), Afrodite (254-259), Medusa (259-261), Selene (261-262), Apollon (263-266) başlıklarıyla yazar mitlerin toplumsal cinsiyete göre çözümlenmesi örneklerini verir. Son başlık olan Bekaretin Kutsallığı (266-71) bölümünde bekaretin öneminin doğanın kadına verdiği doğurganlığı erkek tarafından sınırlandırmaya çalışılmak olarak betimlenerek kitabın bir son sözü söylenir; Antik Yunan’da kadın erkeğin bir anlamda sahibidir ve erkek egemen bir uygarlık tarihi yazılarak kadın toplumdan dışlanmıştır. Çalışma Vokabüler (272-284), Kaynakça (285-297) ve Görseller İçin İlgili Kaynakça (298-302) ile sona ermektedir.
Antik Yunan’da Toplumsal Cinsiyetin İnşası kitabı kadının yerini bulma mücadelesinde tarih içindeki gerçek değerini görmek açısından oldukça yararlı bir kaynaktır. Yazarın bu kitabı alanında az bulunan materyaller içinde günümüze de ayna tutan kapsamlı bir çalışmadır. Özellikle kitap Antik Yunan’ın eski uygarlıklarından ikisinin anaerkil yapısının zaman içinde nasıl bastırılıp yavaş yavaş erilin baskın oluşunu edebiyattan duvar resimlerine, dini ritüellerden vatandaşlık kavramına kadar örnekler vererek anlamamızı sağladığı için toplumsal cinsiyet araştırmaları yapan araştırmacılar için yararlanacakları önemli bir kaynak oluşturmaktadır.
Akdeniz Üniversitesi
Akdeniz Uygarlıkları Araştırma Enstitüsü
Banu Çelik (MA.)
selalba@gmail.com
Kalıcı bağlantı adresi: http://www.libridergi.org/2021/lbr-0289