Decimus Magnus Ausonius, Ordo Urbium Nobilium
Çevirenler: Fatih YILMAZ – Erkan KURUL
DOI: 10.20480/lbr.2018030
Geliş Tarihi: 15.03.2018 | Kabul Tarihi: 12.04.2018
Elektronik Yayın Tarihi: 13.09.2018
Telif Hakkı © Libri Kitap Tanıtımı, Eleştiri ve Çeviri Dergisi, 2018
Decimus Magnus Ausonius, Ünlü Kentlerin Sıralaması. Çev. F. Yılmaz – E. Kurul. Libri IV (2018) 161-234. DOI: 10.20480/lbr.201830
Decimus Magnus Ausonius
Ünlü Kentlerin Sıralaması
Ordo Urbium Nobilium
ROMA
Kentler içinde ilk sırada, tanrıların yurdu[i], görkemli Roma gelir[ii].
CONSTANTINOPOLIS VE KARTACA
Kartaca[iii], karşısına dikilir kadim Constantinopolis’in[iv],
bir sıra altta kalmamak adına, hoşlanmaz çünkü üçüncü
olarak anılmaktan, her birinin de yeri olan ikinciliğe
cesaret de edemez. Öne çıkartır birini eski varsıllığı,
mevcut bahtı ise diğerini: Biri bu konumdayken, öteki ilerler,
yeni değerleriyle yükselerek gölgede bırakır eski şanını
zorlar Elissa’yı[v] yerini Constantinus’a[vi] bırakmaya,
Utanç içindeki Kartaca[vii] sitem eder artık tanrılara
güç bela katlanırken Roma’nın üstünlüğüne[viii], şimdi boyun mu eğsin yine!
Teskin etsin geçmişteki talihiniz huzursuzluklarınızı:
Yoldaş olun haydi birbirinize, hatırlayarak
kısıtlı imkânlarınızı ve adlarınızı değiştirdiğinizi tanrıların inayetiyle,
sen bir zamanlar Byzantionlu, Lygos[ix] ve sen Kartacalı, Byrsa iken[x].
ANTAKYA VE İSKENDERİYE
Üçüncü olurdu Apollon’un defnesinin[xi] yurdu Antakya[xii],
Büyük İskender’in kenti[xiii] razı olsaydı dördüncülüğe koyulmaya.
Denktir konumları birbirine, mamafih hırs tutkuları her ikisini
kusur bulma yarışına sürükler. Yoldan çıkmıştır her ikisi de ayak takımı
bakımından ve çılgına dönmüşlerdir kendini kaybetmiş halkın gürültüsüyle.
Biri Nil Nehri[xiv] ile tahkim edildiği ve iç kesimlerde yer alan topraklara
uzandığı için, övünür bereketli ve de güvenli oluşuyla,
diğeriyse rakip sayıldığı için kalleş Perslere.
Haydi, siz de eşit gidin birbirinize ve de yüceltin Makedon adını[xv]!
Büyük İskender kurdu seni: ötekinin kuruluşuysa Seleucus’a
atfedilir, hani bir çapaydı ya onun doğum işareti[xvi],
alışkınlardır böylesi dağlanmaya, soylarının açık bir işareti olarak;
zira sürüp gitmiştir bu doğum simgesi hanedanın tüm ardılları boyunca.
TRİER
Cengâver Gallia övülmeye can atar nicedir
ve de şiddetle arzular Rhen Nehri[xvii] yakınındaki Trier[xviii] tahtını,
arınıp endişelerden dinlenmek için huzur getiren barışın tam bağrında,
kâh doyurur, kâh giydirir kâh silahlandırır imparatorluğun askerlerini.
Geniş surları ilerler yükselen bir tepe boyunca:
Bereketli Mosella Nehri[xix] ise akıp gider dingin sularıyla,
Taşır bitmez tükenmez mallarını çeşit çeşit ülkeye.
MİLAN0
Milano’nun[xx] da muhteşemdir her şeyi: bolluğu, bereketi,
sayısız görkemli konutları, yurttaşlarının naif
karakterleri ve neşeli yaratılışları, dahası çifte surla
tahkim edilmiş kentin ihtişamı ve halkın zevk-ü sefası
sirki, üstü kapalı tiyatronun kamayı andıran heybetli yapısı;
tapınakları, Palatiumvari hisarları, zengin darphanesi
ve şanlı Herculeus’un[xxi] onuruna yaptırılan hamam kompleksi;
kentin bütün revakları mermer heykeller ile süslüdür
ve de surları kazık biçimindeki bir hat ile çevrilidir:
Bunların her biri üstün sanatsal biçimleriyle birer rakipmişçesine öne çıkarlar:
öte yandan da gölge düşürmez saygınlığına Roma’ya benzerliği.
CAPUA
Denizi, işlenmiş toprağı ve mahsulleriyle güçlü Capua’yı[xxii],
cazibesi, zenginliği ve kadim ünüyle bu kenti es geçmeyeceğim,
talih koşulları değiştirirken, açık bahtına yaslanan kent
bilemedi konumunu muhaza etmeyi. Roma’ya biat etmiş
bir rakiptir artık o, önceden bir hainken, şimdiyse sadakat timsalidir,
senatusu küçümsesin mi yoksa saygı mı duysun diye ikilemdeyken,
kalkışır artık makamlar ummaya, Campanialı kâhinlerle[xxiii] ve kendilerinden
bir consulle, bölünen dünyanın hakimiyetinden pay alsın diye[xxiv].
Üstelik, tüm her şeyin sahibesi ve Latium’un annesine
savaş açtı güvenmeksizin togalı komutanlara,
bel bağlayınca Hannibal’in silahlarına, sahibe vasfını yitirip
aldatılan bu akılsız kent, düşmanın esaretine geçmiştir,
ikisi de ortak yanılgılarıyla felakete sürüklenince,
Kartacalılar lüks düşkünlüğünden, Campania küstahlığından yıkıldılar.
Öyle ya! Kibir asla sağlam bir taht nasip etmez!
Bu kudretli ve servetiyle güçlü kent, bir zamanların diğer bir Roma’sı,
kendine denk kentlerle aynı şekilde yüksek onurları donanabilmiştir,
şimdiyse atıldığı bu sekizincilik konumunu neredeyse güç bela korur.
AQUILEIA
Sıran burası değildi, mamafih son zamanlardaki değerinle yükseldiğin için,
Ey Aquileia[xxv], seçkin kentler arasında dokuzuncu olarak anılacaksın,
sen, Illyria Dağları[xxvi] önünde uzanan İtalyan kolonisi,
surların ve limanınla son derece ünlü kent! Ancak daha önemli bir değerin
göze çarpar, çünkü yakın bir zamanda seni seçti,
beş yıllık bir sürgünün ardından gecikmiş kefaretlerini ödesin diye
Maximus[xxvii], bir zamanlar silah kuşanmış birinin yardakçısı sıfatıyla.
Böylesi büyük bir zaferin hoşnut şahidi mesut kent
cezalandırdın Mars Ausonius[xxviii] ile beraber Rutipiaelı[xxix] haydudu.
ARLES
Ey çifte kent Arles[xxx], aç güler yüzlü bir ev sahibesi olarak limanlarını,
Galliacığın Roma’sı Arles, komşudur ona hem Narbo Martius[xxxi]
ve komşudur ona hem de Alplerdeki iskancılarıyla müreffeh Vienne[xxxii] ,
öylesine bölmüştür ki seni, gürleyerek akıp giden Rhône Nehri[xxxiii],
sanki ana cadde oluşturursun gemiden bir köprü ile,
böylelikle elde edersin Roma aleminin mallarını,
ancak kendine saklamazsın, zengin kılarsın hem başka milletleri hem de kentleri,
faydalanır Gallia Aquitania[xxxiv] bunlardan ve de senin engin bağrından.
SEVİLLA
Sen anılacaksın bu kentlerden sonra, ey İberik isimli, kıymetlim Sevilla[xxxv],
Nasıl da bir nehir[xxxvi] akıp gider denizmişçesine kenarından,
oraya gönderir bütün İspanya kendi magistratuslarını.
Ne Kordoba[xxxvii] ne kalesiyle güçlü Tarraco[xxxviii] boy ölçüşür seninle;
ne de denizin bağrındaki zengin Braga[xxxix] böbürlenir.
ATİNA
Şimdi de analım topraktan doğan[xl] atalarıyla Atina’yı[xli],
Pallas ile Consus’un[xlii] yarışmasının bir zamanlarki kalesini,
ona nasip olmuştu ilkin barış getiren zeytin ağacı,
akıcı dilinin Attika’daki katıksız şanı da[xliii],
buradan Ionia halkları aracılığıyla ve Akhaia adı vasıtasıyla
beliren Grek Gücü yüz kente yayılmıştır[xliv].
KATANYA VE SYRAKUSAI
Kim es geçebilir Katanya’yı[xlv], kim dört köşeli[xlvi] Syrakusai’ı[xlvii]?
Biri ünlüyken alevler içinde kalan kardeşlerin[xlviii] dindarlığıyla,
ötekiyse onulandırılır kaynağının ve nehrinin mucizesiyle[xlix],
nasıl da süzülürler Ionia Denizi’nin[l] tuzlu sularının altından
tatlı sular, kendileri için uygun bir yerde birleşirler,
saf sularının buselerini karıştırarak.
TOULOUSE
Sütannemiz Toulouse’u[li] asla es geçmeyeceğim,
pişmiş tuğla duvarlardan devasa bir çemberin çevrelediği,
ve güzelim Garumna Nehri’nin[lii] yanından akıp gittiği,
sayısız halkın ikamet ettiği, sınır komşusu olan
Pyrene Dağları’nın[liii] karlarına ve Cebenna Dağları’nın[liv] çamlarına,
Aquitania kabileleri ile Hiber hegemonyası arasında.
Ancak dört misli kent çıkarttığı halde bünyesinden,
hiçbir eksiklik hissetmez göçüp giden halkından,
bağrına basmıştır doğurduğu tüm kolonileri.
NARBONNE
Ne de sen, ey Narbo Martius[lv], es geçileceksin, bu adınla
vaktiyle geniş egemenlik alanından ötürü provincia olarak yayılıp
sarıp sarmaladın bünyende pek çok kolonisti hükmetmenin verdiği yetkiyle.
Allobroges kavmi[lvi] Sequan[lvii] orada sızar sınırlarına
Ve de Alp zirveleri İtalya sınırlarına orada set çeker,
orada ayrılır İberler Pyrene karlarından,
orada akar Rhen Nehri gürül gürül Leman Gölü’ne[lviii]
ve de gizlenir Aquitania ovaları Cebennaların içlerine,
pagan tabiriyle Tectosages olan Belcalara kadar,
tamamen Narbo’ya aitti. İlk sen taşırsın Gallia’da Roma
egemenliğinin fascesini[lix] bir latin proconsulü ile[lx].
Peki ya ne söylesem limanın, dağların, göllerin,
giyim kuşam ve şiveleriyle çeşit çeşit yurttaşların hakkında?
Ya da vaktiyle Parion mermerinden yapılma tapınağın hakkında?
Öylesine devasa yapılıydı ki, onu görmezden gelemedi bir zamanlar
Tarquinius[lxi] ve sonrasında Catullus[lxii], en nihayetinde de
Capitolium’un altın kaplama kubbelerini inşa ettiren o ünlü Caesar[lxiii].
Müreffeh kılıyor seni Doğu Akdeniz’in geliri ve Hiber
suları, ayrıca Libya ile engin Sicilya filoları:
Nehirler ve boğazlar yoluyla farklı rotalarda ne varsa
taşınır, yelken açar sana dünyanın her köşesinden bir tekne.
BORDEAUX
Suçlu buluyorum çoktandır sorumsuz suskunlukları, çünkü seni,
ey vatanım; şarabınla, nehirlerinle ve erlerinle seçkin, geleneklerinle,
yurttaşlarının mizaçları ve senatusunla soylu olmana rağmen,
anmayıp seni önde gelen kentler arasında, ufak bir kenti tanıyan biriymiş gibi
haketmediğin övgülere değinmekten kuşku duyarmışçasına.
Bundan böyle utanç yoktur benim için: Çünkü ne Rhen Nehri’nin barbar
kıyılarında ne de Kuzey Haemus Dağları’nda[lxiv] dondurucu bir yurdum var:
Bordeaux’dur[lxv] memleketim, orada ılıman iklimin
sükuneti ve sulak toprağın cömert hoşgörüsü dışında,
uzun ilkbaharlar, ilk güneş ışıklarıyla ısınan kışlar
ve gelgitli nehirler vardır, olgunlaşır üzüm bağları
bu nehirlerin denizvari dalgalarının taşkınları altında.
Kare görünümlü kent duvarları, yüksek kuleleriyle öylesine
erişilmezdir ki, delip geçer sanki tepeleri gökyüzündeki bulutları.
Hayran kalırsın kentin içindeki süslenmiş yollara, evlerin
düzenine ve ününü koruyan geniş bulvarlarına,
dahası dikey kavşaklarında karşılıklı bakan kapılarına
ve de kentin merkezi boyunca ilerleyen nehir yatağına.
Okyanus Baba[lxvi] doldurur doldurmaz gelgitleriyle bu yatağı,
görebilirsin tüm nehir yüzeyinin akıp gittiğini gemilerle.
Nasıl anayım Parion mermeriyle kaplanmış kaynağının
Euripos Boğazı’na[lxvii] benzer köpürmesini? Suyu öylesine derin!
Akıyorken öylesine coşkun ki! Şiddetli bir çağıldamayla öylesine ilerler ki
doğduğu hattan itibaren on iki bent içinden akıp geçer,
halkın sayısız ihtiyacına karşı tükenmek bilmeden!
Senki, ey Med kralı, arzulamış olmalısın bu kaynağı ordularınla zaptetmeyi,
akıntıları yok etmek ve böylelikle debiyi sonlandırmak kaydıyla,
arzulamış olmalısın bu kaynağın sularını yaban ellere taşımayı,
yalnızca Khoespes Nehri’nden[lxviii] su içmeyi adet edinmiş biri olarak.
Elveda, kaynağı meçhul, kutsal, verimli, durmak bilmez,
parlak, turkuaz, engin, gürleyen, berrak ve gölgeli pınar,
elveda, şifa dolu içilen suyuyla kentin koruyucu tanrısı,
Keltlerin dilinde Divona[lxix], ey tanrılara karışmış pınar!
İçimiyle Aponus Nehri[lxx] veya parlak ışığıyla Nemausus Nehri[lxxi] daha saf
değildir senden, ne de daha taşkındır akıntılı suyuyla Timavus Nehri[lxxii].
Bu mükemmel eser anılmaya değer kentleri bir araya getirmiş olsun.
Ünlü Roma nasıl listenin en başıysa, hadi benzer bir liderlik için de
Bordeaux öteki uçtaki tahtını arşa erdirsin.
Burası memleketimdir, ancak tüm memleketlerin üstündedir Roma.
Bordeaux’ya aşığım, Roma’yaysa hürmet ediyorum. Burada bir yurttaş,
her ikisinde de consulum: Burası beşiğimken, Roma ise resmi makamımdır.
Notlar
[i] Ausonius’tan önce tanrılar yurdu/meclisi/ocağı anlamındaki Latince domus divum ifadesi Vergilius (Aen. II. 241) tarafından bire bir aynı şekilde Ilium kenti için kullanılmıştır (Krş. Macrob. Sat. V. 10. Ayrıca bağlam dışında bir kullanımı için bk. Enn. Ann. 586). Ancak ne Vergilius ne Ausonius söz konusu ettikleri kentlere ilişkin böylesi övünç kaynağı görülebilecek nitelemede bulunurken onları tanrıların yaşadığına inanılan birer Olympos Dağı şeklinde nitelememişlerdir (ayrıca krş. Verg. Aen. X. 1: panditur interea domus omnipotentis Olympi = bu sırada açılır dirayetli Olympos’un yurdu). Çok büyük bir olasılıkla hem kentleri yüceltmek için böyle bir mecaza başvurmuşlar hem de kentin kendi tanrılarını ön plana çıkarmak istemişlerdir. Ilium’da kentin duvarlarını inşa ettiğine inanılan Poseidon ve Apollon ile yine onun en sadık koruyucusu Athena gibi tanrılar bu payeyi alırken, Roma’da Capitolium tanrıları olarak öne çıkan Iuppiter, Iuno ve Minerva gibi kente ait tanrıların nitelenmiş olduğu düşünülebilir. Ayrıca benzer bir durum yine Ausonius (Prec. IV) tarafından Roma’nın erken dönem kent tanrısı Quirinus için kullanılmıştır: Roma illa domusque Quirini = Bu Roma ki Quirinus’un yurdu. Bunun yanında Vergilius (Aen. I. 168), Lykia coğrafyasından bahsederken Nympharum domus şeklinde bir ifade kullanmaktadır: Yazarın burada bu ifadeyi; tüm nymphelerin yaşadığı bir mekân ya da ev anlamında değil, onlara yaraşır, onlar için kıymetli/değerli bir yer anlamında kullandığı anlaşılmaktadır.
[ii] Roma (Hellence: Ῥώμη) kenti hakkında bilgilendirmenin yalnızca bir dizeden oluşuyor olması ve anlatının böylesine yüzeysel bir biçimde sonlandırılması, Ausonius’un kenti küçümsediğine ya da onunla ilgili olumsuz veya düşmanca bir düşünceye sahip olduğu anlamına gelmez. Bilakis, şair burada Roma’yı bir dizeye sığdırarak ona bir kutsiyet ve yücelik kazandırmayı amaçlamış olmalıdır. Diğer yandan, antikçağdan günümüze dek son derece önemli bir konuma sahip böylesi bir kentin tanıtıma ya da çeşitli açılardan dillendirilmeye ihtiyaç duymadığı yönünde bir izlenim de uyandırmak da istiyordu. Öyle ki şiirde hiç bir kentin tasvir edilmesi esnasında kullanmadığı aurea (= altından, muhteşem, görkemli, azametli) sıfatına yalnızca Roma için yer vermekte, böylelikle onu tüm kentlerin en yücesi ya da kıymetlisi ilan ederek zirveye yerleştirmektedir (aurea ibaresi hakkında krş. Ovid. Aen. III. 113, Mart. IX. 59. 2). Klasik Latin edebiyatı genelinde ve benzer amaçlar kapsamında Roma’yı övmek için kullanılan farklı sıfatların varlığı da bilinmektedir. Bunlar arasında ön plana çıkan ilk üçü; aurea, aeterna ve sacra şeklindedir. Diğer ikisi farklı imparatorlar döneminde resmi bir sıfat olarak kullanılmış olsa bile, aurea sadece edebi düzeyde kalmıştır (Friedländer 1913, 31). Edebi kaynaklarda, yazıtlarda ve sikkelerde kenti övmek amacıyla farklı birçok epithetonun kullanıldığı bilinmektedir. Örneğin: aeterna (ebedi ve ezeli), alta (kadim), augusta (azize), aurea (görkemli), caput (önder), decus (şaşalı), domina (sahibe), felix (bahtiyar), genetrix (var eden), inclita (şanlı), immensa (engin), invicta (yenilmez), magna (ulu), maxima (soylu), martia (cengâver), mater (ana), prima (önde gelen), potens (muktedir), regia (asil), regina (ece), sacra (mukaddes), sacratissima (en mübarek), venerabilis (muhterem) ve victrix (fatih) gibi. Kenti yüceltmek için kullanılan epithetonlara yönelik detaylı bilgi için bk. Coulston – Dodge 2000, 10 dn. 4.
Bu minvalde, toplamda yalnızca yedi kelimenin kullanıldığı ilk dizede yer verilen tüm sözcüklerin şair tarafından özenle seçilmiş olduğu açıkça görülebilmektedir. Bu husus da, şairin kenti yüceltme ya da en azından ululama eğiliminde olduğuna kanıt oluşturmaktadır. Sonuç olarak, Roma hakkındaki anlatı diğer kentlere oranla oldukça kısa olsa da son derece süslü ve bir o kadar da azametlidir. Ausonius’un Roma kenti hakkındaki kurgusal tasvirine dair farklı görüşler hakkında ayrıca bk. Green 1991, 571.
[iii] Şiirde Carthago (Hellence: Καρχηδών) olarak anılan kent, şüphesiz ki günümüzde Tunus sınırları içerisinde yer alan Kartaca kentidir (İspanya’nın güney doğu kıyısı üzerinde konumlanan ve de bir zamanlar Kartacalıların İber Yarımadası’ndaki kolonisi, ayrıca da en önemli liman kenti ve sınır karakolu niteliğine sahip olan Carthago Nova kenti ile karıştırılmamalıdır). Arkeolojik kazılar sonucunda ulaşılan materyal kültür kalıntılarıyla da desteklenen sözlü ve yazılı anlatım geleneğine göre Kartaca, MÖ ca. 814 yılında Fenike’den gelen kolonistlerce kurulmuş (Hdt. III. 19) ve MÖ 146 yılında Romalılarca yıkıldıktan sonra defalarca çeşitli güç odaklarınca yağmalanarak yeniden kurulmuştur. Kartacanın Romalılarca yıkılmasının ardından kurulan yeni kentse Colonia Iulia Concordia Carthago ismiyle tarihsel kayıtlardaki yerini almıştır (konu hakkında ayrıca bk. Heenan 1996, 180; Edmondson 2006, 251). Kent, kuruluşundan yıkılışına kadar var olduğu yaklaşık altı yüz elli yıllık süreç boyunca Batı ile Doğu Akdeniz rotalarına açılan en önemli askeri-ticari limanlardan biri olmuş ve bu doğrultuda tarih boyunca ekonomik, siyasi ve tarihi bakımdan eski dünyanın en muktedir kentleri arasında anılmıştır. Böylelikle de Constantinopolis ile beraber, antikçağın en önemli üç liman kentinden biri olarak şiirin zirvesindeki yerini almıştır.
[iv] Şiirde Constantinopolis (Hellence: Κωνσταντινούπολις) olarak anılan kent, günümüzde Marmara Denizi’nin kuzey doğu sahilinde, İstanbul Boğazı’nın ise Avrupa yakasında yer almaktaydı. Kent, MÖ 657 yılında Megaralı kolonistler tarafından kurulmuş ve Byzantion (Hellence: Βυζάντιον) olarak isimlendirilmiştir. Kuruluşundan itibaren MS IV. yüzyıla kadar bu ismiyle anılan kent, MS 330 yılında imparator Büyük Contantinus tarafından Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti ilan edilmiş, akabinde kendisine izafeten kentin ismi Contantinopolis olarak değiştirilmiştir. Şiirde de kent, bu ismiyle anılarak Roma ve Kartaca’yla birlikte kadim dünyanın en önemli kentleri arasında zikredilmektedir.
[v] Kartaca’nın efsanevi kurucusu Elissa, Fenikelilerin en önemli kentlerinden biri olan Tyros kralının kızıdır. Dido olarak da anılmaktadır. Roma’nın efsanevi kurucusu Aeneias ile yaşadığı aşk ve Kartaca kentinin kuruluşunda sahip olduğu kurucu (= κτίστης) rolü ile ünlüdür. Elissa’nın kentin kuruluş sürecindeki rolüyle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Iust. XVIII. 5. 1-17; Strab. XVII. Elissa hakkında ayrıca bk. Ovid. Her. VII. 5-11; Sil. Pun. I. 21-25; Tac. Hist. XVI. 1; Verg. Aen. I. 338-368; Roller 2012, 290-291; López-Ruiz 2014, 369.
[vi] Flavius Valerius Aurelius Constantinus Augustus (Büyük Constantinus olarak da bilinir) Roma imparatoru olarak MS 306-337 yılları arasında hüküm sürmüştür. Kendisi Elissa (Dido) gibi Constantinopolis’in kurucusu (κτίστης) kimliğine sahip olmamakla birlikte, kentin ismini değiştiren, kurumlarını yeniden yapılandıran ve bazı mimari düzenlemeler gerçekleştiren reformist bir role sahiptir. Buradaki alegori; yeni düzenlemelerin hayata geçirildiği kentin artık farklı bir silüyet kazandığının, böylelikle kentin artık söz konusu köklü düzenlemeleri gerçekleştiren imparatorun ismiyle anıldığının, sonuç olarak Byzantium varlığının fiilen sona ermiş olduğunun ve kent açısından yeni bir devrin başladığının vurgulanmasıdır.
[vii] Buradaki utanç (pudor) kavramına yer verilmesinin başlıca sebebi, kentin Roma ile sürtüşmesinin sonunda maruz kaldığı dramatik sonun vurgulanmasıdır. Zira antikçağda bir kentin fethedildikten sonra maruz kaldığı son fethedenin uyguladığı politika doğrultusunda değişebilmekteydi (Mosley 1975, 119). Bu açıdan kentin yıkımını ve yok edilmesini sağlayacak şiddet galip güçlerin sahip olduğu ve de uyguladığı askeri, ekonomik ve siyasi erklerin seviyesi ile de doğru orantılıydı. Bu açıklama çerçevesinde Kartaca kentinin yıkımı için uygulanan kuvvet de maksimum düzeydeydi ve kent için verilen karar en ağır yıkım şekillerinden biri olan yerle bir etme (= κατασκαφή) metodunun uygulanmasına yönelikti. Buna ek olarak güçlü kentlere saldırabilme ve fethederek yıkabilme de komutanlar açısından bir saygınlık kaynağı olarak algılanmaktaydı. Konu hakkında bk. Purcell 1995, 133. Antikçağda kent yıkım türleri ve uygulamaları hakkında detaylı bilgi için ayrıca bk. Hansen – Nielsen 2004, 120-123.
[viii] Denizlere inme ve karasularında hâkimiyet kurma mücadelesi Roma ve Kartaca’nın askeri-ticari deniz güçlerinin gelişimi açısından oldukça önemli bir role sahipti. Bu doğrultuda Roma ve Kartaca arasında ilki MÖ 509, diğerleriyse MÖ 348, MÖ 279/278, MÖ 241 ve MÖ 226 yılları arasında olmak üzere beş adet anlaşmanın imzalanmış olduğu bilinmektedir. Bu anlaşmalar söz konusu zaman dilimleri arasında donanmalar ve deniz kuvvetleri oluşturmak suretiyle Kartaca’nın karşısında rakip olarak sivrilen Roma’nın bir deniz gücü olarak belirginleştiği anlaşmalar olması bakımından da önem arzetmektedir. Buna ek olarak, belirtilen bu anlaşmalar ile Roma ve Kartaca arasındaki Batı Akdeniz hâkimiyeti mücadelesi-sorunu giderek ciddileşmiş ve her bir anlaşma sonrasındaki tarihsel süreçte savaş kaçınılmaz ve mutlak son haline gelmiştir. Anlaşmaların geçerliliği ve tarihsel analizleri hakkında bk. Mitchell 1971, 633-655; Serrati 2006, 113-134; Steinby 2014, 24-27
[ix] Lygos (Hellence: λύγος); Gaius Plinius Secundus’un (= Plinius Maior) aktarımına göre Byzantium kentinin önceki ismidir (Nat. IV. 11. 46; Arslan 2010, 24). Söz konusu yerleşimin kalıntılarının antikçağda Sarayburnu üzerinde, günümüzdeki Topkapı Sarayı’nın konumlandığı bölgede olduğu düşünülmektedir. Ausonius burada, Constantinopolis’in Lygos olarak adlandırılan küçük bir yerleşim biriminden (muhtemelen bir balıkçı kasabasından) söz konusu müreffeh ve kudretli metropolise evrilmesine gönderimde bulunmaktadır.
[x] Byrsa (Hellence: βύρσα) öküz ya da sığır postu/derisi anlamına gelmektedir. Kelime bu anlamı özelinde bir öküz ya da sığır derisinin ince bir urgan haline getirilerek Kartaca territoriumunun sınırlarının belirlenmesinde kullanılması neticesinde kentin kadim akropolisiyle özdeşletirilmiştir. Ayrıca şiirde bu kelimenin tercih edilmesiyle Kartaca’yı kuran Elissa’nın (Dido) kent alanını seçmesi ve sınırlarını belirlemesiyle ilişkili efsaneye vurgu yapılmak istenmektedir. Bu minvalde kentin en erken ismi olarak da bilinegelmektedir (Serv. Aen. I. 70: Carthago ante Byrsa, post Tyros dicta est = Kartaca ilk olarak Byrsa, sonrasındaysa Tyros olarak anıldı). Ayrıca bk. Verg. Aen. I. 367. Liv. XXXIV. 62. 12.
[xi] Burada Phoebus (Hellence: Φοῖβος) olarak anılan tanrı, Hellen pantheonunda Apollon (Hellence: Ἀπόλλων; Latince: Apollo) ile özdeştir ve tanrının epithetonlarından biri olarak (Hellence: Φοῖβος; Latince: Phoebus), ışık saçan, parlak, ışıl ışıl gibi anlamlara gelmektedir. Antakya yakınlarındaki koruluklarda tanrı Apollon ile nymphe Daphne (Hellence: Δάφνη) arasında geçen aşk serüveniyle alakalı mythosa istinaden defne tanrı için kutsal sayılmıştır (Philost. Ap. I. 16). Daphne’nin ağaca dönüştüğü bu koruda aynı zamanda Apollon’a ait bir kutsal alanın olduğu da bilinmektedir. Antakya’nın oldukça yanında yer alan ve en az bu kent kadar ünlü olan Daphne yerleşimindeki kehanet ocağı ve tapınak Seleukos Krallığı Dönemi’nde Apollon’a adanmıştır (Downey 1961, 68). Pek çok yazar gibi Plinius (Nat. V. 79) da kentin (Antiochia) aynı zamanda epi Daphnes olarak da anıldığını belirtmektedir. Geç antikçağda ise Constantinus’un MS 197/199 yılında Hıristiyanların durumuna ilişkin Daphne’deki Apollon’dan aldığı bir kehanet, Roma İmparatorluğu ordusu içerisindeki Hıristiyanların tasfiyesine neden olmuş ve daha sonra Hıristiyanlara uygulanan büyük kovuşturmaların zeminini hazırlamıştır (Digeser 2004, 57-58). Ancak Ausonius’un yaşadığı dönemde buraya çok fazla hürmet gösterilmemiştir, özellikle de MS 362 yılındaki yangından sonra (Amm. XXII. 13. 1; krş. Liban. Or. LX. V).
[xii] Şiirde Antiochia olarak anılan kent (Hellence: Ἀντιόχεια), MÖ 307 yılında Orontes Irmağı (= Asi Nehri) kıyısında, Büyük İskender’in komutanlarından Antigonos I Monophthalmos tarafından Antigonea ismiyle kurulmuştur. Kuruluşundan çok kısa bir süre sonra, Antigonos’un MÖ 301 yılında vuku bulan Ipsos Savaşı’nda Seleukos I Nikator tarafından yenilmesini takiben, MÖ 300 yılında kentin yeri yeniden belirlenerek günümüzdeki Antakya’nın yakınlarına taşınmış ve ismi de Seleukos’un babası Antiokhos’a ithafen Antiokheia olarak değiştirilmiştir. Süreci takiben kent, MÖ 64 yılında Seleukos Krallığı’nın Romalılarca ortadan kaldırılmasına kadar başkent statüsüne sahip olmuştur. Akabinde Antiokheia bu defa Roma İmparatorluğu’na bağlı Syria Eyaleti’nin başkentliğini yapmış ve antikçağdan itibaren Roma, Contantinopolis ve İskenderiye ile birlikte en önemli kosmopolislerden biri olarak anılagelmiştir.
[xiii] Şiirde Alexandria (Hellence: Ἀλεξάνδρεια) olarak anılan kent, MÖ 331 yılında Nil Nehri’nin Akdeniz’e boşaldığı verimli delta üzerinde, Makedonların ünlü kralı Büyük İskender tarafından bir liman kenti işleviyle ve Makedonların örf, adet ve geleneklerini Akdeniz havzasına yaymak amacıyla tasarlanarak kurulmuştur. Kent kuruluşundan itibaren giderek kalkınmış ve önce Ptolemaios Krallığı’nın başkenti olmuş, sonrasında MS 641 yılında Müslümanlarca fethine kadar gerek Roma İmparatorluğu’nda, gerekse de Doğu Roma İmparatorluğu’nda yaklaşık bin yıl boyunca son derece önemli bir metropolis kimliğine sahip olmuştur. Bu minvalde İskenderiye, antikçağdan günümüze kadar çeşitli edebi eserlerde sıklıkla konu edilmiş (özellikle kent açıklarındaki Pharos Adası’nda yer alan deniz feneri ve kentte bilimsel bir ivme kazandıran kütüphanesiyle [= Mousaion]) ve büyük bir ün kazanmıştır. İskenderiye, günümüzde Mısır sınırları içerisinde yer almakta ve kurulduğu bu ismiyle anılmaktadır.
[xiv] Antikçağın ve aynı zamanda da günümüzün en önemli su kaynaklarından biri olan Nil Nehri (Hellence: Νεῖλος; Latince: Nilus), Mısır toprakları için her daim verimliliğin, bereketin ve refahın kaynağı olmuştur. Bu doğrultuda da, Ausonius tarafından İskenderiye kentinin tasvirinde Nil Nehri anlatısına yer veriliyor olması; kentin zenginliğine, geniş imkânlarına ve müreffehliğine vurgu yapılması bakımından önem arz etmektedir.
[xv] Burada Antakya ile İskenderiye’nin kurucularının her ikisinin de Makedon kökenli olmasından ötürü, söz konusu kentlerin halklarının mensubu oldukları uluslar bakımından soydaş olduklarına gönderim yapılmaktadır.
[xvi] Efsaneler ışığında, Seleucus I Nicator’un MÖ ca. 355 yılındaki doğumundan evvel (kendisi daha sonra Antakya kentinin kurucusu olmuştur), annesi Laodike rüyasında Apollon’dan bir çocuk dünyaya getirdiğini ve tanrının kendisine üzerine çapa (= ancora) figürü işlenmiş değerli bir yüzük hediye ettiğini görmüştür. Rüyayı takiben Laodike çocuğunu dünyaya getirdiğinde, bebeğin uyluğunda çapayı andıran bir doğum izi olduğu ortaya çıkmıştır. Akabinde aynı işaret, Seleukos’tan sonra dünyaya gelen erkek çocukların tamamında görülmeye devam etmiştir. Böylelikle çapa figürü Seleukos Krallığı’nı sürdüren tüm hanedanın bir sembolü olarak meşrulaştırılmıştır (bk. Iustin. XV. 4. 8).
[xvii] Burada Rhenus (Hellence: Ῥῆνος) olarak anılan ırmak günümüzdeki Rhen Nehri’ne karşılık gelmektedir. Nehir, İsviçre Alpleri’nden doğup Lihtenştayn ve Fransa sınırlarından ilerledikten sonra, Almanya ile Hollanda topraklarından geçer. Son olarak Hollanda’nın Rotterdam kenti yakınlarında Kuzey Denizi’ne dökülür. Yaklaşık 1230 km uzunluğuyla Batı Avrupa’nın Tuna Nehri’nden sonraki en uzun ikinci nehridir. Nehrin yaklaşık 883 kilometrelik bölümü deniz trafiğine uygundur ve bu özelliğiyle büyük oranda seyrüsefere elverişli bir özelliğe sahiptir. Nehrin yan kolları ile birlikte kapladığı toplam alan 185.000 kilometrekaredir. Rhen’in Almanya topraklarından geçen en büyük üç kolu Moselle, Main ve Neckar ırmaklarıdır ve Trier kenti de en önemli yan kollardan bir tanesi olan Moselle Nehri kıyısında yer almaktadır.
[xviii] Şiirde Treveri olarak anılan kent, günümüzde Almanya sınırları içerisinde yer almakta ve Trier ismiyle anılmaktadır. Kentin MÖ IV. yüzyılda bir Gallia kenti olarak kurulmuş olduğu ve adını bölgenin ilk yerleşimcileri olarak tahmin edilen Treveri kavminden aldığı düşünülmektedir. Kent MÖ ca. 17 yılında Roma hâkimiyeti altına girmiş ve Roma imparatoru Augustus’un adına ithafen Augusta Treverorum ismiyle anılagelmiştir. Roma hâkimiyeti süresince gerek önemli yol ağlarının keşişme noktasında konumlanmasından, gerekse bereketli Moselle Nehri’nin yakınından akmasından dolayı giderek kalkınmış ve antikçağda önemli yerleşim merkezlerinden biri olmayı başarmıştır. Öyle ki, Trier; imparator Constantius Chlorus ve oğlu Büyük Constantinus (yaklaşık olarak MS 285’ten 312 yılına kadar), ayrıca yine Valentinianus I ile Gratianus II (ca. 364-383 yılları arasında) dönemlerinde idari yönetim merkezi (sacrum palatium) olarak kullanım görmüştür. Kent MS IV. yüzyılın başlarından itibaren (özellikle Batı Roma’da oluşan otorite boşluğuyla birlikte) mevcut konumunu korumayı başaramamış, ilerleyen süreçle birlikte giderek önemini yitirmiş ve yine eski ismiyle anılmaya devam etmiştir.
[xix] Yaklaşık 545 kilometrelik uzunluğa sahip Moselle Nehri, yukarıda değinildiği üzere Rhen Nehri’nin en büyük üç kolundan biridir. Nehir; Fransa, Luksemburg ve Almanya toprakları üzerinden ilerler ve Trier kentinin yakınından geçtiği için kente birçok bakımdan katkı sunar. Ayrıca Ausonius’un da, Moselle’ye karşı özel bir ilgi beslediği ve bu nehir ile kıyılarını övmek için methiye niteliğinde tasarladığı, MS ca. 371 yılına tarihlenen ve heksameter (altılı hece) formunda kaleme alınan Mosella başlıklı bir şiirin yazarı olduğu bilinmektedir.
[xx] Şiirde Mediolanum (Hellence: Μεδιολάν[ι]ον) olarak anılan kent, günümüzde İtalya’nın kuzeyinde, Alp Dağları’nın eteklerinde ve Po Nehri’nin vadisi üzerinde yer alan Milano kentine karşılık gelmektedir. Aynı zamanda İtalya Yarımadası’nın Roma’dan sonraki en kalabalık ikinci kentidir. Kentin MÖ IV. yüzyılın başlarında kurulduğu düşünülmekle birlikte, MÖ II. yüzyıldan itibaren (MÖ. ca. 194 yılında) Roma hâkimiyeti altına girdiği bilinmektedir. Kent Roma imparatoru Augustus dönemi sonrasında oldukça önemli bir yerleşim merkezi haline gelmiş, aynı zamanda Roma’nın en önemli eğitim kurumu niteliğine sahip olmuştur. Bütün bu yönleriyle ön plana çıkan Milano, Roma imparatorları nazarındaki önemini hızla arttırmış ve bu önemine binaen de -şiirde de anıldığı üzere- pek çok değerli yapıyla (özellikle pagan tapınakları, Hristiyan kiliseleri ve imparatorluk sarayları ile) donatılmıştır. Şiirin Milano’nun mimarisine ayrılmış ilerleyen kısmında da, bizzat Ausonius’un yaşadığı dönemde kentte ön plana çıkan önemli yapılara yüzeysel bir şekilde değinilmektedir.
[xxi] Milano kentindeki bu hamam muhtemel olarak ünlü mitolojik kahraman Herakles’in Latinler nezdindeki özdeşi Hercules onuruna inşa edilmişti. Diğer bir yandan, Herculius epithetonundan yola çıkılarak öne sürülen farklı bir öneriye göreyse, tasviri sunulan hamam kompleksi bu ismi kullanan imparatorlardan biri olan Marcus Aurelius Valerius Maximianus Herculius Augustus (MS ca. 250 – 310 yılları arasında yaşamıştır) zamanında, bizzat onun talimatıyla inşa ettirilmişti. Öyle ki Aurelius Victor’a (de Ceas. XXXIX. 45) göre de bu imparator Milano’yu son derece azametli pek çok yapıyla donatmıştır. Aynı şekilde şiirde anılan Palatinae (akropolis?) surlarının veya imparatorluk sarayının inşası da yine bu imparatora atfedilmektedir (Evelyn-White 1919, 273 dn. 2).
Şiirin Milano’ya ayrılmış olan kısmında dikkat edilmesi gereken diğer bir husus ise, kent sakinlerini tanımlamak için kullanılan övgü dolu ibareler ile kentin düzen ve intizamına yönelik kaleme alınan yüceltici ifadelerdir. Bu durum genellenecek olduğunda, Ausonius’un Milano kenti hakkında kişisel bilgisinin olduğu (aynı zamanda uzun bir süre olmasa da belirli bir süre boyunca konakladığı) sonucuna ulaşılabilir (Green 1991, 573).
[xxii] Şiirde Capua (Hellence: Καπύη) olarak anılan yerleşim birimi, günümüzde İtalya’nın güneyinde yer alan önemli bir liman kentidir ve halen aynı isimle anılmaktadır. Kentin -genel olarak- kabul gören kuruluş tarihi MÖ 800 yılıdır (Livius ise farklı bir öneri getirerek kentin Etrüskler tarafından [V. 37. 1] MÖ 424 yılında kurulduğunu ileri sürmektedir). MÖ 424 yılıyla birlikte, kent Samnitler tarafından fethedilir ve Etrüsk hâkimiyeti son bulur. İlerleyen süreç dâhilinde Capua, Roma ile zaman zaman olumlu, zaman zamansa olumsuz ilişkiler içerisinde bulunmuş olsa da, kentin geleceğine yön veren en önemli hadise İkinci Kartaca Savaşı sırasında (özellikle MÖ 216 yılında vuku bulan Cannae Muharabesi sonrasında) Capualıların Hannibal ile müttefiklik kurmasıdır (Liv. XXIII. 7). Bu süreci takiben kent, henüz savaş devam ederken MÖ 211 yılında Romalılarca ele geçirilmiş (Diod. XXVI. 14; Liv. XXIII. 18; Strab. V. 4. 12), böylelikle de Capualılar oldukça ağır cezai yükümlülükler ile karşı karşıya bırakılmışlardır. Şiirdeki tasvirde Ausonius, Capualıların Romalılara karşı düşmanca bir tutum sergilediği bu sürece ve bu tutumları neticesinde çarptırıldığı cezalara dikkat çekmektedir. Bu suretle de, tüm Roma düşmanlarına karşılaşacakları nihai son ile ilgili ufak bir hatırlatmada (ya da daha net bir biçimde, edebi içerikli bir tehditte) bulunmayı amaçlamış olmalıdır.
[xxiii] Campania bölgesindeki kentlerde auspex’lerin yer aldığı pek çok efsane anlatısı vardır ve bunlarında ötesinde söz konusu kahinler kentlerde bir memur olarak görev alırlardı. Buradaki bir Etrüsk yerleşimi olan Puteoli kentinin kolonizasyonu Apollon’un auspexleri eşliğinde gerçekleşmiştir (Stat. Silv. III. V. 74vd.). Yine aynı bölgedeki en güçlü kent olan Capua da bir Etrüsk yerleşimiydi ve muhtemelen burada da kehanet uygulamaları oldukça yaygındı (Campania’daki auspexlerin konumu için bk. Peterson 1919, 32-33). Özellikle de Ausonius’un burada belirttiği auspex’ler, kuşların hareketlerini yorumlayarak kehanet üretilmiş olmalılardı. Bununla birlikte bir görüşe göre Capua kentinin ismi bir kuş türü olan capustan türemiştir (Serv. Aen. X. 145; Isid. Etym. XII. 7. 57. Konuya ilişkin olarak ayrıca bk. Palmer – Palmer 1970, 103). Ancak Ausonius’un buradaki ifadesi Campania ya da Capua’daki auspexlerin çok ünlü olmasından değil, Roma imparatorluğunu yönetmek adına bir consulun yanında, kendi bölgelerinden atanacak bir takım auspexi vurgulamaktadır. Zira bu kehanet türü; hem Roma Cumhuriyeti ve Devleti, hem de İmparatorluğu içerisinde oldukça etkin bir kuruma dönüşmüş, özellikle senatusun aldığı kararlar üzerinde etki sahibi olmuştur ve farklı düzeydeki kararları onaylama mercisi olarak kullanılmıştır (Akşit 2014, 13-29).
[xxiv] Liv. XXIII. 6. 6. Roma ile Kartaca birlikleri arasında meydana gelen MÖ 216 yılındaki Cannae Savaşı’nın ardından Capua, Kartaca generali Hannibal’in tarafını terkederek Roma ile müttefiklik oluşturmak zorunda bırakılmıştır. Capualıların Romalılar ile oluşturdukları bu müttefiklikten tek beklentileriyse, Roma’nın yıllık olarak belirlenen iki consulünden birinin Capua yurttaşı olması ayrıcalığının kendilerine tanınmasıydı. Ausonius’un burada belirttiği husus, bu anlaşma çerçevesinde değerlendirilmelidir.
[xxv] Şiirde Aquileia (Hellence: Ἀκυληἱα) olarak anılan kent, günümüzde İtalya’nın kuzeydoğu ucunda, Adriyatik Denizi kıyısında yer almaktaydı. Bu kent de tıpkı Capua gibi, antikçağdaki ismini halen muhafaza etmektedir. MÖ 181 yılında bir Roma kolonisi olarak kurulduğu bilinen kent (Liv. XXXIX. 22. 6f; XLV. 6 vd.; LIV.1 – LV. 6; XL. 26. 2; XXXIV. 2 vd.; CIL V. 873), antikçağdan ortaçağa ve akabinde günümüze değin önemli bir liman kenti kimliğiyle ön plana çıkmıştır. Kentin özellikle MS II. yüzyılda yaklaşık yüz bin kişilik bir nüfusu bünyesinde barındırdığı ve bu minvalde oldukça uzun bir zaman dilimi süresince Roma İmparatorluğu bünyesindeki en önemli liman kentlerinden biri olduğu düşünülmektedir. Buna ek olarak Aquileia, Roma donanması için önemli bir karargâh ve ikmal üssü niteliğine de sahipti. Tüm bu özellikleri çerçevesinde kent, Ausonius’un yaşadığı MS IV. yüzyılda önemini korumaktaydı ve bu doğrultuda da anılmaya değer kentler arasında yer bulmuştur. Ancak MS V. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte kent, Attila önderliğindeki Hunlar tarafından büyük bir tahribata uğratılmış, sonrasında bir daha eski gücüne ve varsıllığına kavuşamayarak mevcut gücünü kaybetmiştir.
[xxvi] Illyria (Hellence: Ἰλλυρία), antikçağda Balkan Yarımadası’nın batısında, Adriyatik Denizi’nin ise doğu kıyılarında hüküm sürmüş otokton bir krallıktır. Aquileia, bu krallığın Roma ile sınırını oluşturan dağlık bölgeye yakınlığı sebebiyle bu bölgeyi iskân eden Illryrialılar ile Romalılar arasında koruyucu bir işleve sahipti, bu doğrultuda Romalılarca bir sınır karakolu olarak görülmekteydi (Kommagene Krallığı’nın Parthlar-Armenialılar ile Romalılar arasındaki işlevine benzer biçimde). Ausonius burada kentin bu özelliğini ön plana çıkarmakta ve Aquileia’yı Illyria coğrafyasını denetim altında bulunduran ve oradan gelebilecek herhangi bir tehlikeyi engelleyebilmek ya da Roma’ya tehdit yaratmasını geciktirebilmek üzere sürekli tetikte bekleyen muhafız kimliğine sahip bir kent olarak tasvir etmektedir.
[xxvii] Sıradan bir hizmetkâr ve aynı zamanda da yardakçı olan İspanyol Magnus Maximus, Pacatus (Paneg. XXXI) tarafından da anılır.
[xxviii] Tanrı Mars, Hellen pantheonunda Ares (= Ἄρης) ile özdeştir ve savaş tanrısıdır. Hellen pantheonundaki önemine oranla, Romalılar nezdinde daha kutsal bir konuma sahipti ve ayrıca Roma toprakları özelinde oldukça yaygın bir biçimde tapınım görmekteydi. Bu minvalde, Romalılar nazarında baş tanrı statüsündeydi (öyle ki erken Roma takviminde ilk ay da mensis Martius [= Mars’ın ayı] ismine sahipti ve her yeni yıl bu tanrının ismiyle başlatılmaktaydı). Burada tanrının isminin yanına eklenen Ausonius epithetonu, Mars’ın İtalya Yarımadası’ndaki bölgesel bir kültünün varlığına işaret etmektedir. Diğer bir yandan, Romalıların ataları olarak sayılan Ausonialıların bir sıfat eşliğinde (Ausonius, a, um = Ausonialı, Ausonia’dan, Ausonia’ya ait/has) tanrının ismiyle birlikte yan yana anılıyor olması Mars’ın, Latinlerin atalarının inancında da yer alan başat bir tanrı olduğu izlenimini uyandırmaktadır.
[xxix] Burada Romalıların MS 43 yılında Britannia Adası’nı fethetmelerini takiben adada yürütecekleri yeni askeri-ticari faaliyetlere bir üs olarak kurdukları ve Rutupiae (ya da Portus Ritupis) olarak adlandırdıkları koloni kentiyle bağlantılı bir ethnikon niteliğinde (Rutupinus, a, um) kullanılan Rutupinum sıfatı yer almaktadır. Anılan kent, günümüzde İngiltere’nin Kent Vilayeti’ne bağlı ve Richborough ismine sahip bir liman yerleşiminin sınırları içerisinde yer almaktaydı. Ancak Ausonius söz konusu ethnikonu Rutupiae ile ilgili bir husustan söz etmek için değil, aksine Britannia Adası’nda yaşayan ve özellikle Roma’ya karşı düşmanca bir tavır sergileyen tüm otokton kavimleri ve aynı zamanda adanın tamamını tanımlamak üzere kullanmıştır. Bu ethnikon ile birlikte kullandığı latro [onis, m = haydut, zorba, eşkıya] ibaresiyle de adayı ve adalıları niteleyen bir tamlama oluşturmuştur. Böylelikle (tıpkı Hellenlerin, kendi ırklarına mensup olmayan ve dillerini bilmeyen tüm topluluklar için kullandıkları Barbarlar [Hellence: βάρβαροι] ibaresinde olduğu üzere), bu adada yaşayanları küçük görücü ve tenkit edici bir üslup sergilemiştir. Bu minvalde kelime, Britannia Adası’nda yaşayanları niteleyen Britannus sıfatının olumsuz anlam yüklenmiş ve Latince özelinde en erken kullanım gören türdeşidir (benzer bir kullanım için bk. Aus. Par. VII. 2, XVIII. 8. Konu hakkında ayrıca bk. Green 1991, 576; Evelyn White 1919, 69 dn. 1; 275 dn. 3).
[xxx] Şiirde Arelate olarak anılan kent, günümüzde Fransa’nın güney sahili üzerinde konumlanmakta, aynı zamanda Avrupa’nın en önemli nehirlerinden biri olan Rhône Nehri kenarında yer almaktadır ve günümüzde Arles olarak anılmaktadır. Arles, antikçağda Fenikelilerce kurulmuş diğer bir önemli liman kenti Marsilya ile sıkı bir rekabet içerisindeydi ve bu sebeple de çeşitli güç odakların hedefleri arasında sıklıkla yer alabiliyordu. Bu özelliğine binaen kent, MÖ 46 yılında Gaius Iulius Caesar tarafından (Pompeius ile Caesar arasındaki çekişmede Caesar tarafında saf tutmuş olmasından ötürü) Colonia Arelate ismiyle yeniden kurulmuş ve Roma’ya tabi kılınmıştır. Arles hakkında bilinmesi gereken diğer bir önemli ayrıntıysa kentin içerisinden geçen Rhône Nehri’nin kenti ikiye ayırdığıdır. Ausonius, kente yönelik tasvirsel aktarımında duplex Arelate (= çift taraflı Arles) ibaresine yer vererek bu hususa değinmektedir. Belirtilen tüm bu özellikleri ve stratejik avantajı özelinde kent, Roma İmparatorluğu bünyesinde giderek kalkınmış ve Gallia Narbonensis Eyaleti’nin en önemli kentleri arasına girmiştir. Böylelikle de Gallula Roma (= Galliacığın Roma’sı) ibaresiyle şair tarafından yüceltilmiştir.
[xxxi] Şiirin devamında değinilecek olan Narbo kentinin Arles ile yakın bir konumda bulunduğuna ve her iki kentin de aynı sahil hattında konumlandığına gönderim yapılmaktadır. Böylelikle kentler birbirlerinin komşusu olarak anılmaktadır.
[xxxii] Şiirde Arles kentine dair anlatıda sadece bir tasvir unsuru olarak kendine yer bulan Vienna kenti, antikçağdan günümüze değin son derece önemli bir yerleşim alanı ve ticaret merkezi (emporium) kimliğine sahip olmuştur. Günümüzde Fransa’nın sınırları içerisinde yer alan kent, Vienne ismiyle anılmaktadır (Avusturya’nın başkenti Vienna ile karıştırılmamalıdır). Benzer bir öneme antikçağ özelinde, bilhassa da Roma İmparatorluk Dönemi’nde sahip olan Vienne, Narbo ve de Arles ile birlikte Gallia Narbonensis Eyaleti’nin en önemli kentlerinden biriydi ve yine tıpkı Arles gibi, Rhône Nehri tarafından iki kısma ayrılmaktaydı. Anılan bu önemine ve ayrıcalıklı konumuna binaen kent, MS V. yüzyılın ortalarına kadar Trier’den sonraki en önemli Gallia yerleşimi olarak anılagelmiştir. Ancak Ausonius, söz konusu bu önemine rağmen Vienne’ye döneminin ya da geçmişin anılmaya değer kentleri arasında hususi bir yer ayırmamaktadır (aynı şekilde Troia, Sparta, Korinthos, Pergamon, Miletos, Ephesos, Nicomedeia, Patara, Perge, Tarsus, Rhodos, Kudüs, Şam, Byblos, Tyros, Utica, Kyrene, Gadeira, Marsilya, Sinope gibi kentlere değinilmemektedir). Bu husus da bazı soru işaretlerini beraberinde getirmektedir. Bu soru işaretleri özelinde de, Ausonius’un Ordo ya da Catalogus Urbium Nobilium olarak başlıklandırdığı eserinde, kendisinin bizzat ziyaret edebilidiği kentlere yer verdiği düşünülmektedir. Diğer bir (pesimist) olasılık ise, kendisi nazarında önem arz ettiğini ve mutlaka değinilmesi gerektiğini düşündüğü kentleri aktardığı ve diğerlerini kasti bir biçimde göz ardı ettiği ya da arka planda bıraktığıdır.
[xxxiii] Şiir içerisinde Rhodanus (Hellence: Ῥοδανός) olarak anılan nehir, günümüzde Rhône ismiyle anılmaktadır. İsviçre Alpleri’ndeki Rhône buzullardan doğan ve Arles yakınlarından Akdeniz’e boşalan Rhône Nehri, 812 kilometre uzunluğuyla Gallia’nın en uzun ikinci nehridir. Avrupa’nın ise en önemli nehirlerinden biridir. Nehrin neredeyse tamamı seyrüsefere elverişlidir. Bu doğrultuda antikçağdan Ortaçağa kadar Rhône nehri; Arles, Avignon, Valence, Vienne ve Lyon gibi farklı kentlere ulaşımı sağlayan en önemli güzergâhtı ve orta büyüklükteki gemiler nehrin içerisinde aktif bir biçimde yolcu ya da yük taşıyabilmekteydi. Seyrüseferler, nehrin kaynağının yakınlarından denize döküldüğü deltaya kadar, kürekle çekilen ya da yelkenle idare edilen orta büyüklükteki bir gemiyle yaklaşık olarak üç hafta sürmekteydi. Tüm bu özellikleri bağlamında gerek Hellenler, Gerek Fenikeliler gerekse de Romalılar nezdinde Rhône, Akdeniz’den gelen ticari malları Gallia’nın içlerine ulaştırabilmek adına en pratik ve elverişli güzergâh özelliğine sahipti. Bu sebeple de nehrin kenarında kurulmuş kentler bir liman kenti ayrıcalığına sahip olabiliyor ve müreffeh kentler haline gelebiliyorlardı.
[xxxiv] Gallia Aquitania, MÖ 27 yılında Augustus tarafından tesis edilmiş Roma eyaletlerinden biridir. Günümüzde Fransa’nın güneydoğu bölgesini kapsamakta olan bu eyalet, halen Fransa’nın bir bölgesi/eyaletidir ve Aquitaine olarak anılmaktadır. Eyalet Roma İmparatorluk Dönemi’nde Gallia Lugdunensis, Gallia Narbonensis ve Hispania Tarraconensis eyaletleriyle sınırdaşdı. Ayrıca, Garumna (modern ismi Garonne) ile Liger (Loire Irmağı) nehirleri arasında yaşayan on dört Kelt kabilesinin bir eyalet çatısı altında birleştirilmesiyle tesis edilmiştir (Strab. IV. 1. 1; Plin. nat. IV. 107-109; Ptol. Geog. II. 7). Kuruluşunu takip eden erken süreçte eyaletin yönetim merkezi Milano kenti iken, daha sonra şairin memleketi Bordeaux’a taşınmıştır. MS IV. yüzyıl eyalet açısından oldukça önem arz etmektedir, zira belirtilen yüzyılla birlikte Gallia Aquitania Eyaleti; Novempopulana, Aquitania I ve de Aquitania II olmak üzere üç ayrı idari yönetim merkezine bölünmüştür. Ancak yazar burada, yaşadığı dönemde muhtemelen gerçekleşmiş bölünmeye yer vermeyerek, Gallia Aquitania Eyaleti’ni bütüncül bir perspekifte tasvir etmektedir.
[xxxv] Şiirde Hispalis olarak anılan kent, günümüzde İspanya sınırları içerisinde yer alan Sevilla ile özdeşleştirilmektedir (Plin. nat. II. 97, 100, § 219; Caes. civ. II. 18). Kent, gerek İspanya’nın içlerine kadar sokulan Guadalquivir Nehri yakınlarında yer aldığından dolayı, gerekse de İber Yarımadası’nın Atlas Okyanusu’na açılan bir limanı niteliğine sahip olduğu için antikçağdan günümüze değin oldukça önem arz eden bir liman kenti olarak anılmagelmiştir. Mitolojik anlatılar ışığında kentin kurucusu Herakles’tir (ya da farklı anlatılara göre Fenike-Kartaca pantheonundaki Melqart). Arkeolojik materyal kültür kalıntıları ise, kentin ilk iskân tarihi olarak MÖ VIII. yüzyılı işaret etmekte ve kentin kurucularının Fenike-Sami kökenli olduğuna dair ipuçları vermektedir. Bu minvalde kent yaklaşık olarak 2.200 yıllık bir geçmişe sahiptir ve yazarın yaşadığı dönemde de önemini korumakta olan kadim kentler içerisinde yer almaktaydı. Böylelikle de anılmaya değer kentler arasında -yalnızca bir dizeyle de olsa- yer bulabilmiştir.
[xxxvi] Bahis konusu edilen ve denizi andırdığı belirtilen nehir (= aequoreus amnis) günümüzdeki Guadalquivir Nehri’dir. Söz konusu nehir zamanımızda, Cádiz Körfezi’nden Seville kentine kadar tamamıyla seyrüsefere uygun niteliktedir. Ancak antikçağda debisinin daha fazla olduğu ve bu suretle de nehir üzerinden İspanya’nın iç kesimlerinde yer alan Córdoba kentine kadar ulaşımın mümkün olduğu düşünülmektedir. Hellen coğrafya yazarları bu nehri kimi zaman Tartessos Nehri olarak da zikretmişlerdir. Romalılar ise Baetis Irmağı olarak anmışlardır (Strab. III. 1. 9; 2, 11).
[xxxvii] Şiirde Corduba (Hellence: Κορδύβη) olarak anılan kent, Seville ile birlikte İber Yarımadası’nda yer alan günümüz İspanya’sının önemli kentlerinden biridir. Kentin günümüzdeki adı ise Córdoba’dır. Bölgedeki ilk yerleşimin Fenike-Kartacalılar tarafından kurulduğu bilinmektedir. Ayrıca, bölge üzerinde önemli düzeyde kültürel etkiye sahip Tartessos kentiyle yakından ilişkili kültür kalıntılarına da rastlanılmıştır. Kentin Roma ile bağlantısı, MÖ II. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmiştir. İlerleyen süreçle birlikte kent giderek güç kazanmış ve Hispania Baetica Eyaleti’nin başkentliğine kadar yükselmiştir. Antikçağda kenti önemli kılan etmenlerin en önemlisi, Guadalquivir Nehri’nin kıyısında yer almasıydı. Böylelikle Córdoba nehir üzerinden sürdürülen mevcut gemi trafiğinden yararlanabiliyordu ve bunun sonucunda bir liman kentinin sahip olabileceği tüm imkânları elde edebiliyordu. Kenti önemli kılan diğer bir unsur ise, Yaşlı Seneca, Genç Seneca ve Marcus Annaeus Lucanus gibi entellektüel kişilerin burada doğmaları ve kentin entellektüel kimliğinin temsilcileri olmaladır. Ausonius da kentin bu ayrıcalıklarını ve mevcut entellektüel kimliğini göz ardı etmeyerek, Córdoba’ya Iberia Yarımadası’nda yer alan kentler arasında ayrıcalıklı bir konum sağlamış olmalıdır.
[xxxviii] Şiirde Tarraco olarak anılan (Hellence: Ταρράκων) kent, günümüzde İspanya’nın kuzeydoğu sahilinde yer alan ve Akdeniz’e açılan önemli bir liman kentidir ve de Tarragona ismiyle anılmaktadır. Kent ilk olarak Avienus’un Ora Maritima (512 ff) başlıklı şiirinde anılmaktadır (Ayrıca bk. Strab. III. 4. 7; krş. Plin. Nat. III. 18; 23; 110; Ptol. Geog. II. 6. 17). Tarragona’yı antikçağda meşhur kılan etmenlerin başında, kentin ortalama 150 metre yüksekliğe sahip ve kayalıklardan oluşan bir zemin üzerinde yer alıyor olmasıydı. Ayrıca oldukça kıymetli bir limana da sahipti (her ne kadar kent limanının kullanışlılığı sıklıkla tartışılsa da ve hatta Strabon tarafından ἀλίμενος [= limansız] bir yerleşim birimi olarak anılsa da [bk. Strab. l. C; Polyb. III. 76]). Diğer bir önemli husus ise, kentin İkinci Kartaca Savaşı esnasında Roma ordusunun başında bulunan Publius Cornelius Scipio ile Gnaeus Cornelius Scipio Calvus kardeşler tarafından Kartacalılara karşı bir ikmal üssü olarak kullanılmasıdır. Böylelikle kentin Roma ile mevcut ilişkileri ilerlemiş ve kent pek çok askeri yapıyla donatılmıştır. Bu doğrultuda kent Roma nezdinde giderek daha önemli ve stratejik bir konuma sahip olmuş, akabinde MÖ 27’den daha geç olmayan bir tarihte Hispania Citerior Eyaleti’nin başkenti statüsüne yükseltilmiştir (Dio Cass. LIII. 12. 5). Öyle ki MS II. yüzyılla birlikte Roma İmparatorluğu’nun İberia Yarımadası’ndaki idari merkezi Tarragona olmuştur ve gücünün doruğuna ulaşmıştır. Sonrasında MS 476 yılında kent Visigothlarca fethedilmiş ve düşüşe geçmiştir. MS 724 yılında ise Araplar tarafından ele geçirilerek tarih sahnesinden silinmiştir.
[xxxix] Şiirde Bracara olarak anılan kent, Portekiz’in kuzeybatısında yer almakta ve günümüzde Braga ismiyle anılmaktadır. Lisbon ve Porto’dan sonra Portekiz’in en önemli üçüncü şehridir. Kentin MÖ II. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte Roma nüfuzu altına girdiği ve MÖ ca. 20 yılında da Bracara Augusta ismiyle Roma’ya bağlı bir koloni kent statüsüne getirildiği bilinmektedir. Bu statüsüyle birlikte Braga, MS I. yüzyılda kalkınmış ve MS II. yüzyılda ise gücünün doruğuna ulaşmıştır. Kent için diğer bir önemli gelişme de MS III. yüzyılın sonlarına doğru, imparator Gaius Aurelius Valerius Diocletianus Augustus döneminde yaşanmıştır. Bu minvalde imperator Braga’yı henüz yeni kurulan Hispania Gallaecia eyaletinin alt yönetim birimlerinden biri olan Conventus Bracarensis’in başkenti statüsüne taşımıştır. Kentin Atlas Okyanusu’na oldukça yakın olması ve içerisinden geçen Cávado Nehri vasıtasıyla küçük ve orta ölçekteki teknelerin kente ulaşabilmesi, Braga’ya bir liman kenti özelliği de katmaktadır. Bütün bu özellikleri çerçevesinde kent, Ausonius tarafından kısaca anılmış ve -en kötü ihtimalle- ismi zikredilmiştir.
[xl] Atina’nın en eski yerleşimcilerinin Atina kentinin yakınlarındaki topraklardan doğduğuna inanılırdı. Bu doğrultuda Ausonius, kent ile ilgili anlatısında yer verdiği terrigenis patribus ibaresiyle, Atina’nın göçmenler, kolonistler ya da bir grup maceracı tarafından kurulan bir kent olmadığını, bilakis bölgede yaşayan otokton bir kavmin söz konusu kent özelinde kadim bir geçmişe sahip olduğunu belirtmektedir. Benzer bir durum, Thebai (Hellence: Θῆβαι) kenti ve halkı için de geçerliydi (anılan kent; Mısır’da bulunan yüz kapılı [ἑκατόμπυλοι] kent değil, Boeotia’da yer alan yedi kapılı [ἑπτάπυλοι] Thebai kentidir). Zira kuruluş söylenceleri ışığında, bölgeye gelen Kadmos isimli kahraman (kendisi aynı zamanda kentin ktistesidir) kent yakınlarını mesken tutan ve tüm halka oldukça zor anlar yaşatan bir boğa/piton yılanını (ejderha bir alegoridir) öldürür ve dişlerini söker, sonrasında kent topraklarının bulunduğu coğrafyada bu dişleri toprağa serper. Toprağa serpilen bu dişlerden de birçok savaşçı doğar ve topraktan doğar doğmaz büyük bir kavgaya tutuşurlar. Bu kavgadan sağ çıkan beş savaşçı, Kadmos’un kenti kurmasına yardım eder. Thebai kentinin ataları olarak anılan kavimlerin de, bu beş savaşçının soyundan geldiğine inanılırdı (Apollod. III. 4. l; Paus. IX. 5. § 1, 10. l; Schol. Apoll. Rhod. Argon. III. 1179. Böylelikle tıpkı Atinalılar gibi Thebailılar da, terrigenis patribus olarak anılabilecek kurucu tasviri bakımından birbirleriyle benzeşmektedirler. Ausonius’un da bu benzeşme konusunda bilgi sahibi olduğu yüksek bir ihtimale sahiptir ve kendisi şiirde bu tasvirsel kullanıma yer vermiştir.
[xli] Şiirde Athenae olarak anılan kent, gerek siyasi, gerek askeri gerekse de ekonomik ve kültürel açılardan antikçağa yön vermiş kentlerden biri olan Atina’dır. Ausonius’un Atina’ya yüzeysel bir şekilde yer vermesi, kentin MS IV. yüzyılda artık önemini yitirmesi ve Arkaik-Klasik dönemlerdeki şanını kaybetmesiyle alakalı olmalıdır.
[xlii] Burada Poseidon (Consus) ile Athena’nın (Pallas) Atina kenti hamiliği adına girdikleri efsanevi mücadele Ausonius tarafından çok iyi harmanlanarak Latince’ye alegorik bir anlatımla tek satırda aktarmaktadır. Özellikle Hellen tanrıları için tercih ettiği isimler efsenenin pek çok ayrıntısını içermektedir. Bu bağlamda genellikle tarımla ilişkilendirilen Consus’un varlığı Roma kentinin kuruluşuna kadar dayanmaktadır (Consus’a ilişkin genel olarak bk. Aust 1900, 1147-1148; Wissowa 1902, 166-169; Frazer 1929, 49-53; Takács 2008, 55-57). Romulus’un Roma kentini kurmasının ardından nüfusunu çoğaltmak adına Sabin kadınlarını ele geçirmek amacıyla tertiplediği Consualia şenliği bir hasat festivali olarak Consus onuruna gerçekleştirilmiştir (Liv I. 9; Dion. Hal. Ant. II. 30-31; Plut. Rom. XIV; Cic. Re Pub. II. 7. 12; Varro Ling. VI. 20; Serv. Aen. VIII. 635-636; Aur. Vict. Vir. İllus. II. 1-2; Flor. Epit. I. 1. 10; Tert. Spect. V). Daha sonra geleneksel hale gelen ve tanrı için 21 Ağustos’ta (Ovidius’a [Fast. III. 199-200] göre Mart ayı içerisinde) ve 15 Aralık’ta kutlanan şenliklerde o gün ne yapılacağını Consus’un bizzat kendisi bildirirdi. Aynı gün atlar ve eşekler kesinlikle işçi olarak çalıştırılmaz, dahası çiçeklerle taçlandırılırlardı (Dion. Hal. ant. I. 33. 2). Bununla birlikte özellikle at yarışları şenliğin temel etkinliklerinden biridir. Zira Roma’da at yarışlarının da gerçekleştirildiği Circus Maximus hipodromunun altında Consus’un bir sunağı yer almaktadır. Burada tanrı için kurbanlar kesilir ve aparkhe sunuları gerçekleştirilirdi (Varro Ling. VI. 20; Dion. Hal. Ant. II. 31. 2-3; Plut. Rom. XIV. 3; Tert. Spect. V). Tanrının atlarla olan bu yakınlığı henüz antik yazarlar tarafından kendisinin Latinlerdeki Neptunus Equesteris’le ya da Hellenlerdeki Poseidon Hippios ile özdeş kılınmasına sebebiyet vermiştir (Liv. I. 9. 6; Plut. Rom. XIV. 3). Bu bağlamda Ausonius’un Consus tercihi diğer örneklerde görüldüğü üzere Poseidon Hippios ile doğrudan bağlantılıdır (Ayrıca bk. Aus. Ecl. 16. 20). Zira efsaneye göre Atina kentinin hamiliği üzerine girilen mücadelede Poseidon kent için atları yaratırken (Serv. Georg. I. 12. Ancak farklı anlatılarda Poseidon atları Attika’da değil, Peleus’e hediye ettiği yer olan Thessalia’da yaratmıştır: Lucan. Phar. VI. 396; Hom. Il. XXIII. 277; Apollod. bibl. III. 13. 5), Athena ise zeytin ağacını ortaya çıkartır (Hdt. VIII. 55; Apollod. bibl. III. 14. 1 ; Paus. I. 24. 3; Hyg. Fab. 164; Serv. Georg. I. 12). Benzer bir durum Ausonius’un Pallas tercihi için de geçerlidir. Yazar, Athena’nın Latinlerdeki karşılığı Minerva ismini değil, Hellence’den Latince’ye girmiş ve bu dilde sıklıkla kullanılan Pallas ismini tercih etmiştir. Ancak Hellenceden farklı olarak söz konusu isim Latince’de doğrudan ‘zeytin ağacı’ anlamında da kullanılmaktadır. Böylece Ausonius tercih ettiği isimlerle hem tanrıları vurgulamış hem de kent için sundukları şeyleri vurgulamış olmaktadır.
[xliii] Antikçağda kullanım gören Hellence’nin dört önemli lehçesinden (diğerleriyse Dor, Ionia ve Aiolia lehçeleridir) biri olan Attika Lehçesi’nin Atina’dan yayıldığına gönderim yapılmaktadır.
[xliv] MÖ 750-550 yılları arasında gerekleşen ve Hellenler ile birlikte Küçük Asya’nın Batı, Güney ve kısmen de Kuzey kıyılarındaki polislerin ve çeşitli kavim-halkların öncülük ettikleri Büyük Kolonizasyon Dönemi’nde Atina’nın sahip olduğu başat rol vurgulanmaktadır. Zira belirtilen yıllarda Hellenler Akdeniz, Karadeniz ve Marmara Denizi genelinde Platon’un da bahsettiği üzere (Phaedo 109B); “(Hellenler) bir havuzun kenarında yaşamlarını sürdüren karıncalar ve de kurbağalara benzer şekilde deniz kıyısında” yaşamaktaydılar. Bu yaşam alanları şekillendikçe Hellen denizcilerin kıyı hattı ve sahil kentleri konusundaki bellekleri giderek genişlemiş ve bu bilgi birikimi süreç içerisinde kayıt altına alınarak yazıya geçirilmiştir. Büyük Kolonizasyon Dönemi hakkında genel olarak bk. Lamboley 2007, 55-64.
[xlv] Şiirde Catina (Hellence: Κατάνη) olarak anılan bu kent, günümüzde İtalya’ya bağlı Sicilya Adası üzerinde yer alan önemli bir liman kentidir ve Catania olarak anılmaktadır. Kentin MÖ ca. 729 yılında Khalkisliler tarafından kurulmuş olduğu bilinmektedir. Kuruluşundan bir süre sonra adanın hâkim gücü olan Syrakusai egemenliğine giren kent, daha sonraysa kimi zaman Atinalılar, kimi zaman Kartacalılar kimi zamansa Romalılar tarafından Sicilya ya da Kartaca üzerine sürdürülen seferlerin ikmal noktası olmuştur. Kentin MÖ 415 ve 123 yıllarında Etna Yanardağı’nın patlamaları neticesinde yok olmanın eşiğine geldiği bilinmektedir.
[xlvi] Şiirde Syracusae (Hellence: Συράκουσαι) olarak anılan kent, günümüzde İtalya’ya bağlı Sicilya Adası üzerinde yer alan önemli bir liman kentidir ve Siraküza olarak anılmaktadır. Kentin, dört önemli mahalli yerleşim biriminin bir araya gelmesiyle oluşan komün bir şehir kimliğine sahip olduğuna vurgu yapılmaktadır. Bu yerleşim birimleri; Ortygia Adası, Akhradina, Tykhe ve Neapolis’tir (bk. Cic. Verr. II. IV. 52 f).
[xlvii] Siraküza antikçağda son derece işlek bir ticaret merkezi (emporium) özelliğiyle daima ön planda yer almış, aynı zamanda tarımsal bakımdan bereketli topraklara ve ticari açıdan da son derece önemli bir etkileşim ağına sahip olduğu için devamlı olarak çeşitli güç odaklarının (özellikle Atina, Sparta, Kartaca ve Roma) hedefinde yer almıştır. Kentin MÖ 734/733 yıllarında Korinthos ve Tenea kentlerinden ktistes Arkhias önderliğinde gelen bir grup kolonist tarafından kurulduğu bilinmetedir. Siraküza, en parlak dönemini MÖ 485-478 yılları arasında hüküm süren ve aynı zamanda adanın diğer bir önemli kenti Gela’nın yöneticisi olan Gelon’un hâkimiyeti altında yaşamıştır. Bu minvalde de, Klasik Dönem Akdenizi’nin süper gücü konumuna ulaşmıştır (Gelon, adanın diğer önemli kenti olan Akragas tiranı Theron’un kızı Demarata ile evlenerek ada üzerindeki siyasi otoritesini pekiştirmiştir). Böylelikle Siraküza kenti, Gelon’un hâkimiyetiyle birlikte gelecek üç yüz yılı aşkın süre boyunca Sicilya Adası’nın hâkim gücü olmayı sağlayacak otoritenin alt yapısını oluşturabilmeyi ve diğer Sicilya kentlerine oranla ayrıcalılıklı bir konum elde edebilmeyi başarmıştır. Sicilya, MÖ 241 yılıyla birlikte Provincia Sicilia ismiyle Roma’nın İtalya toprakları dışındaki ilk kolonisi olmuş ve kent böylelikle süreçle birlikte Roma hâkimiyeti altına girmiştir. Kenti antikçağda ünlü kılan etmenlerin başında, şiirde de anılan Sicilya filolarının (classes Siculi) en önemli limanlarını bünyesinde barındırması, buna mukabil klasik dünyanın dört bir yanından gelen çeşitli malların toplanma noktası ve pazarı statüsüne sahip olmasıdır. Ayrıca, askeri açıdan da thalassokratik bir politika benimsedikleri bilinmekte, gerek gemi teknolojileri, gerekse de denizcilik kültürleri-ritüelleriyle ön planda yer almışlardır. Diğer bir yandan, Ausonius tarafından göz ardı edilmeyecek diğer bir husus da, kentin entellektüel birikiminin MÖ ca. 287 – 212 yılları arasında yaşamış ünlü bilge Arkhimedes (Hellence: Ἀρχιμήδης) ile bütünleşmiş olmasıdır.
[xlviii] Etna Yanardağı patladığı zaman volkanik lavların yok etmek üzere olduğu Catania kentinden ebeveynlerini kurtaran Amphinomus ve Anapias kardeşlerle ilgili mitolojik anlatıya gönderimde bulunulmaktadır.
[xlix] Burada bahsedilen su kaynağı, Hellen ve Latin söylencelerinde sıklıkla anılan ve Nereidlerden biri olarak bilinen nymphe Arethusa pınarıdır. Efsaneler ışığında Arethusa, nehir tanrısı Alpheus’un kendisine âşık olması ve bu minvalde ona sahip olma ümidine kapılması üzerine, yurdu Arkadia’dan kaçarak Sicilya’nın Siraküza kenti yakınındaki Ortygia Adası’na sığınır. Akabinde kendisini, ayrıca da bekâretini kurtarması için yakarışlarda bulunduğu tanrı Artemis tarafından adada açılan bir oyuğun altına saklanarak orada bir tatlı su kaynağına dönüştürülür. Alpheus da bunun üzerine Arethusa’nın sevdasından vazgeçmez, bu doğrutuda da Arkadia’dan Ortygia Adası açıklarına kadar bir yer altı nehri olarak ilerleyerek, tuzlu sularını Arethusa pınarının tatlı sularına karışır (Verg. Ecl. X. 4).
[l] Ionia Denizi (Hellence: Ἰόνιος κόλπος ya da Πέλαγος), Akdeniz’e ait bir iç denizdir ve yerel niteliktedir. Sınırları genel olarak Güney Arnavutluk, Hellas Anakarası ile Peloponnesos Yarımadası’nın batı kıyıları, İtalya’nın güney sahilinin tamamı ve Sicilya Adası’nın ise doğu sahili arasında kalan karasularını kapsamaktadır. Denizin güney hattı ise Sicilya Adası’nın en güneyi açıklarındaki karasuları ile tanımlanmaktadır. Adriyatik Denizi’nin İtalya’daki Brindisi (Brundisium) kenti karasuları, Ionia Denizi ile arasındaki karasularının sınırı olarak kabul edilmektedir. Bu doğrultuda Alpheus Nehri’nin, Arkadia’dan başlayarak ve yer altı-deniz altı akıntısı şeklinde belirli bir rota üzerinden ilerleyerek bu denizi aştığına ve Ortygia Adası’na ulaştığına inanılmaktaydı.
[li] Şiirde Tolosa (Hellence: Τολῶσσα) olarak anılan kent, antikçağda Gallia Narbonensis Eyaleti’nin önemli bir kentiydi (Mela II. 5. 2; Caes. Gall. III. 20; Cic. Font. V. 9; Mart. Epigr. IX. 100. 3). Tolosa günümüzde Fransa’nın güney doğu hattı içerisinde (İspanya sınırı yakınında) yer almakta ve Toulouse ismiyle anılmaktadır. Kent tarihi hakkındaki en erken kayıtlar, Roma Cumhuriyet Dönemi’nde askeri bir sınır karakolu olarak kullanım görmeye başladığı MÖ II. yüzyıla kadar takip edilebilmektedir. Bu süreci takiben kent Roma hâkimiyetinin çöküşüne kadar çeşitli Roma imparatorları tarafından farklı idari düzenlemeler içerisine dâhil edilmiş olsa da, kalkınmayı sürdürebilmiş ve özellikle geç antikçağın önemli kentleri arasına girebilmiştir. Toulouse’yi antikçağ özelinde ünlü kılan başlıca husus ise; ünlü hukukçular, din adamları ve rhetorları bünyesinden çıkarmayı başarabilmiş entellektüel bir kent kimliğine sahip olmasıdır. Bu minvalde, prestijli pekçok eğitim kurumunun da bir arada bulunduğu bir kentti (krş. Mart. IX. 99. 3; Aus. Ordo 15, 5, 11; 16, 18, 7; Sid. Carm. VII. 4955). Ausonius da özellikle kentin bu entellektüel perspektifini göz ardı etmeyerek, ayrıca dayısı Aemilius Magnus Arborius’un gözetiminde eğitim alırken kenti yakından tanıma fırsatına erişmiş biri olarak, ona anılmaya değer kentler arasında yer vermeyi ihmal etmemiştir.
[lii] Şiirde Garunna (Garumna ya da Garonna formları da mevcuttur) olarak anılan nehir, Galya’daki en önemli nehirlerdendir ve günümüzde Garonne Nehri olarak anılmaktadır. Nehir Kuzey İspanya’da Pirene Dağları’ndan doğar ve sonrasında Fransa topraklarına doğru ilerler. Akabinde, Toulouse üzerinden Bordeaux’a doğru akar ve kentin yakınlarında Dordogne Nehri ile birleştikten sonra Gironde Halici’ni yaratıp Biskay Körfezi aracılığıyla Atlas Okyanusu’na dökülür. Uzunluğu 647 kilometredir. Nehir antikçağda Gallialılar ile Aquitanialılar arasında sınır olarak kabul edilmekteydi (Caes. Gall. I. 1, 1; 5; 7; Strab. IV. 1. 1; II. 1f; III. 3; V. 2; Mela III. 20f. Plin. Nat. IV. 105; Amm. Marc. XV. 11. 2). Strabon’a göre (IV. II. 1) nehrin 370 kilometresinden daha fazlası seyrüsefere uygundu. Günümüzde ise sadece yolcu ve yük gemileri Atlas Okyanusu’ndan nehrin içerisine girerek Bordeaux kenti limanına ulaşabilmektedirler.
[liii] Pyrene (Hellence: Πυρηνη) Dağları, Güneybatı Avrupa’da Fransa ile İspanya sınırını oluşturan dağ silsilesini tanımlayan coğrafi bir adlandırmadır. Söz konusu dağ sırası, 430 kilometre uzunluğuyla Fransa ile İber Yarımadası’nı birbirinden ayırır. Gascogne Körfezi’nden Lion Körfezi’ne kadar da uzanmaktadırlar. Bu dağlar ulaşıma elverişlidir ve antikçağ ile ortaçağ özelinde Alp Dağları kadar çetrefilli bir yol ağına sahip değildi. Dağ, Fransa tarafında oldukça sarptır ve derin vadilerle kaplıdır.
[liv] Gebenna (Cebenna ya da Cevenna olarak da anılmaktadır) Sıradağları, Fransa’nın güneyinin merkez aksında yer alan dağ sırasıdır. Günümüzde Cévennes Sıradağları ismiyle anılmaktadırlar. Strabon ise (IV. 6) bu dağların ismini Κεμμένων şeklinde belirtir.
[lv] Şiirde Narbo Martius olarak anılan kent, günümüzde Fransa’nın güneybatı sahili üzerinde yer almakta ve Narbonne olarak anılmaktadır. Narbonne’ye ilk olarak ne zaman ve kimler tarafından yerleşildiği tam olarak bilinememekle birlikte, kentin MÖ 118/7 yılında Romalılar tarafından Colonia Narbo Martius ismiyle adlandırılan bir yerleşim birimine dönüştürüldüğü düşünülmektedir (Mela II 5. 2; VI; Plin. Nat. III. 4. 5; Cic. Font. I. 3; XVI. 36; Vell. I. 15. 5; II. 8. 1). Narbonne antikçağda kendi ismiyle anılan Gallia Narbonensis Eyaleti’nin proconsulünün resmi konutunun bulunduğu başkentti ve bu anlamda idari açıdan son derece önemli bir konuma sahipti. Bu önemine binaen kent, gerek bir liman kenti olmasının avantajlarından gerekse de Via Domitia ile Via Aquitania gibi önemli Roma güzergâhlarının keşişme noktasında konumlanmasından fayda sağlayarak, güç kazanabilmiş ve yüksek bir bayındırlık seviyesine ulaşabilmiştir. Kentin bu kalkınma süreci belirli iniş ve çıkışlarla MS V. yüzyıla kadar sürmüş ve akabinde kent Vizigothlar tarafından ele geçirilerek mevcut gücünü yitirmiştir.
[lvi] Allobroges Kavmi (Hellence: Άλλόβριγες, Άλλόβρυγες ya da Άλλόβρoγες), antikçağda Gallia Bölgesi’nde yaşam sürmüş olan Kelt kökenli bir kavimdir. Rhône Nehri ile Genava (Cenevre) Gölü arasındaki düzlükleri yurt edindikleri düşünülmektedir. Allobroges kavminin Roma ile ilk ilişkilerinin MÖ II. yüzyılla birlikte başlamış olduğu bilinmektedir. Böylelikle Allobroges kavminin ismi söz konusu yüzyıldan itibaren çeşitli tarihi-edebi metinlerde (incelediğimiz şiir de görüldüğü üzere) sıklıkla anılmıştır.
[lvii] Sequani (Sequan kavmi); Gallia’da yaşamış bir Kelt kabilesiydi. Kabile halkının Saône Nehri’nin yukarı ve Doubs Nehri’nin ise aşağı vadisini mesken tutmuş oldukları bilinmektedir. Ayrıca, Alpler’in kuzeyinde yer alan, Rhen ve Rhône ırmaklarını ayıran sıradağlar olarak bilinen, büyük bölümüyse Fransa ve İsviçre sınırları içinde kalan Jura Dağları’nda bazı kolları bulunmaktaydı.
[lviii] Antikçağda Lacus Lemannus (Hellence: Λιμένος Λίμνη = Liman Gölü) olarak bilinen bu göl, günümüzde Cenevre Gölü ismiyle anılmaktadır ve Alp Dağları’nın kuzeyinde yer almaktadır. Göl havzası İsviçre ile Fransa arasında yarı yarıya paylaşılmaktadır ve aynı zamanda iki ülke arasında ortak sınır teşkil etmektedir. Rhône Nehri, İsviçre Alpleri’nden doğarak bu göle doğru yönlenir ve gölü bir uçtan öteki uca katettikten sonra seyrini sürdürerek Arles kenti yakınlarından denize boşalır. Cenevre Gölü, Batı Avrupa’nın en önemli göllerinden biri olmakla birlikte, Rhône Nehri havzası üzerinde yer alan en büyük göldür.
[lix] Roma’da yüksek seviyedeki imparatorluk erkânına eşlik eden ve lictor olarak bilinen hususi korumaların ellerinde taşıdıkları, kırmızı sırımlarla birbirine bağlanmış çubuk demetidir. Fascesler lictorlarca omuzda taşnırdı ve idari görevlilerin gücünü, ayrıca Roma’nın onlara verdiği yetkiyi simgelerdi. Konu hakkında detaylı bilgi için bk. Howatson 2013, 318.
[lx] Burada aktarılan süreç, MÖ 123 yılında, Gallia’da Roma’ya başkaldıran Allobroges ile Averni kavimlerinin Gnaeus Domitius Ahenobarbus ve Quintus Fabius Maximus (bu kavimlere karşı zaferlerine binaen daha sonra Allobrogicus cognomenine sahip olmuştur) komutasındaki Roma ordularınca bertaraf edilmesilyle alakalıdır. Akabinde, söz konusu kavimlerin yaşadığı bölgede Narbo Martius kentinin ismiyle anılan ve de Alp Dağları’nın kuzeyindeki ilk Roma eyaleti statüsüne sahip Gallia Narbonensis Eyaleti kurulmuştur. Dolayısıyla, Gallia’daki ilk Roma proconsulünün resmi makamı da Narbo Martius başkentliğindeki Gallia Narbonensis Eyaleti olmuştur.
[lxi] Burada ya Roma Krallık Dönemi’nin beşinci kralı olan ve Aedes Iovis Optimi Maximi Capitolini’nin (= Iupiter Optimus Maximus Capitolium Tapınağı) inşasına başlayan Lucius Tarquinius Priscus ya da bu yapının inşa sürecini tamamlayan (Dion. Hal. Ant. IV. 61; Liv. I. 55-56. 1) yedinci ve son kral Lucius Tarquinius Superbus’a gönderim yapılmaktadır.
[lxii] Burada anılan kişi, MÖ 120-61 yılları arasında yaşayan Quintus Lutatius Catulus’tur (Capitolinus olarak da bilinmektedir). Kendisinin şiirde anılma sebebi, Lucius Cornelius Sulla Felix ve Gaius Marius arasında gerçekleşen iktidar mücadeleleri sırasında yakılarak zarar gören Capitolium’daki tapınağın restorasyonunu gerçekleştirmiş olmasıdır.
[lxiii] Burada ismi anılan Caesar, İmperator Titus Flavius Caesar Domitianus Augustus’tur (MS 81-96 yılları arasında hüküm sürmüştür). Kendisinin, Roma İmparatorluk Dönemi’nin en karmaşık yıllarından biri olan MS 69 yılında tahta çıkmış olan dört imparatordan biri olan Aulus Vitellius Germanicus Augustus’un yaklaşık sekiz ay süren imparatorluğu sırasında tahrip edilmiş Capitolium’daki tapınağı 12.000 talantanın üzerindeki bir maliyetle restore ettirmiş ve kubbelerini altın ile kaplatmış olduğu bilinmektedir. Burada Ausonius, Domitianus’un söz konusu bu restarasyon faaliyetine değinmektedir.
[lxiv] Haemus (Hellence: Αἷμος) Dağı, günümüzde Koca Balkan Dağları olarak bilinen dağ silsilesinin antikitedeki ismidir. Ege ve Karadeniz arasında doğal bir set işlevine sahip olan bu sıradağlar, antikçağda özellikle Thrakeli kavimler ve Getai adlı savaşçı bir otokton halk tarafından iskân edilmekteydi. Ayrıca, antikçağdan Ortaçağa değin çeşitli uluslar ya da kavimler arasında doğal bir sınır olarak kabul edilmiş, pek çok söylenceye de kaynaklık etmiştir (Apollod. I. VI. 3; Ps. Plut. De Fluv. XI. 3; Servius Aen. I. 317; 321; Steph. Byz. s.v. Αἷμος).
[lxv] Şiirde Burdigala olarak anılan kent, günümüzde Fransa’nın Batı sahili üzerinde (Biskay Körfezi hattında) konumlanmakta ve Bordeaux olarak anılmaktadır. Kentin MÖ III. yüzyılda kurulduğu bilinmekle birlikte, kent tarihine ilişkin arkeolojik bulgular MÖ VI. yüzyıla kadar izlenebilmektedir. Yazarın memleketi olan Bordeaux’un antikçağdan günümüze değin giderek gelişmesini ve kalkınmasını sağlayan en önemli faktör, kentin Garonne Nehri üzerinde konumlanması ve aynı zamanda da Atlas Okyanusu’na açılan bir liman kenti (özellikle Britannia Adası ile sürdürülen deniz ticareti açısından) özelliğine sahip olmasıdır. Bu önemine binaen kent MS III. yüzyılda (ilk başkent Mediolanum Santanum kentinden sonra) Gallia Aquitania Eyaleti’nin başkentliğine kadar yükselmiştir. Kentin bir diğer önemi de, özellikle yazarın yaşadığı dönem olan MS III-IV. yüzyıllardan itibaren kentin önemli bir eğitim kurumu özelliğine sahip olması ve evrensel bir yükseköğrenim merkezi kimliğini kazanmış olmasıdır.
[lxvi] Burada Oceanus Baba (= pater Oceanus) olarak anılan deniz, Atlas (= Atlantik) Okyanusu’dur. Antikçağ özelinde de hakkında bilgi sahibi olunan Atlas Okyanusu, Hellen thalassografisinde (denizcilik yazım geleneğinde) Ἀτλαντικῷ πελάγει ya da Ἀτλαντὶς θάλασσα (Hdt. I. 202. 4) şeklinde ifade edilmektedir. Kelime bu kullanımı özelinde ünlü mitolojik kahraman Atlas’ın Denizi anlamına gelmektedir. Efsane yazım geleneğince (mitografi) tercih edilmiş olan Oceanus ismiyse bir denizi ya da okyanusu değil, aksine yer küreyi çevreleyen devasa bir nehri ifade etmekteydi. Ausonius burada thalassografik bir anlatı yerine, mitografik bir tasvire yer vererek Oceanus (Hellence: Ὠκεανός) ibaresini kullanmıştır.
[lxvii] Antikçağda Euripus Boğazı (Hellence: Εὔριπος ὁ Χαλκιδικός) olarak bilinen boğaz, Euboia Adası ile Kıta Hellas’ı (bilhassa Boiotia Bölgesi’nden) birbirinden ayıran ve Ege Denizi üzerinde yer alan oldukça dar bir boğazdır. Euboia Adası’nın batı kıyısında, boğazın en dar kısmında adanın en önemli liman kenti olan Khalkis yer almaktadır. Boğazın en dar noktası yaklaşık 40 metre genişliğe sahiptir ve geçidin toplam uzunluğu ise dokuz kilometredir. Boğaz akıntısının hızı ise gün içerisinde saatte 15 kilometreye kadar ulaşabilmekte ve bu minvalde büyük bir hızla savrulan dalgaların boğazın her iki yanında meydana getirdiği çevresel değişkenliklere göre geçiş alanı 30 metreye kadar daralabilmekteydi. Antikçağ özelinde Euripus Boğazı, kanal içerisindeki gelgitli karasuları ve gün içinde sürekli (dört ya da altı kez) kuzey-güney veya güney-kuzey istikametinde yön değiştiren akıntılar sebebiyle gemiciler açısından oldukça zorlu bir geçit olarak anılmaktaydı. Bu sebeple (tıpkı Messina Boğazı’nı mesken tuttuklarına inanılan efsanevi yaratıklar Skylla ile Kharybdis gibi), Euripus da antikçağ denizcileri nezdinde korku uyandıran bir rotaya işaret etmekteydi. Ausonius ise burada memleketi Burdigala’nın tatlı su kaynağını Euripus Boğazı’ndaki deniz sularının köpürmesine ya da çağıldamasına benzeterek, boğaz akıntılarını tasvirsel bir benzetme unsuru olarak kullanmaktadır. Boğaz hakkında ayrıca bk. Carr 1838, 63.
[lxviii] Bk. Hdt. I. 188. Choaspes (Hellence: Χοάσπης) olarak anılan nehir, antikçağda Pers krallarının sularından içmeyi adet olarak saydıkları ve şifalı sulara sahip olduğuna inandıkları bir nehirdi. Khoaspes Nehri günümüzde Karkheh (Karkhen?) ya da Kârûn isimleriyle anılmakla birlikte, nehrin Zagros Dağları’ndan doğduğu ve günümüzde İran sınırları içerisinde yer alan Susiana’nın içinden ve Susa’nın ise yakınından geçerek Tigris (= Dicle) Nehri ile birleştiği düşünülmekteydi.
[lxix] Divona, günümüzde artık işlerliği kalmayan ve yeri de tam olarak bilinmeyen Burdigala’daki bir su kaynağıyla ilişkili bir nehir tanrıçasıdır (Ihm 1903, 1241; Beck 2009, 345). İsminin genel itibarıyla Latince’deki diva’yla (tanrıça) aynı anlamda olan Keltçe deva’dan üretildiği düşünülmektedir (MacLeod 2018, 97-98). Burdigala kentinde ele geçmiş olan bir yazıt (CIL XIII 582) tanrıçaya ilişkin buradaki bir tapımın olası (zira yazıtta “[Div]onae” olarak yapılan tamamlama “[Sir]onae” şeklinde de olabilir) tek kanıtıdır. Bunun yanında yine Fransa’da Bagnols-sur-Cèze yakınlarındaki Laudun’dan ele geçen bir yazıt (CIL XII 2768: DIIONA) doğrudan tanrıçaya yapılmış bir adamayı belgelemektedir. Bu bağlamda günümüzdeki İngiltere, İskoçya, İrlanda, Fransa, Belçika ve İspanya coğrafyasında bulunan pek çok nehir ve kent ismi de Burdigala kentindeki söz konusu nehir ve tanrıça isiminin türediği (tanrısal/tanrıça anlamındaki) kök ile üretilmiştir: İskoçya’daki Devana Nehri ve hemen yanı başındaki Devoni kenti; Almanya’daki Dewangen kentindeki Devona (Ptol. Geogr. II. 11. 14: Δηούονα); Fransa’daki Lot kentinde yer alan Divona Cadurcorum (Ptol. geogr. II. 7. 9: Καδοῦρκοι καὶ πόλις Δουήονα şeklinde tanımlamaktadır) ya da aynı ülkedeki Ain kentinde bulunan Divonne Nehri bunların sadece birkaçıdır (ayrıntılı örnekler için bk. Dowden 2000, 54).
[lxx] Aponus olarak anılan bu nehrin, antikçağda Kuzey İtalya’da yer alan Padua (günümüzde Padova) kenti sınırları içerisinde yer alan ve birçok hastalığa iyi gelen şifalı bir tatlı su kaynağı olduğu bilinmektedir (bk. Claudian. Idyll. VI).
[lxxi] Nemausus olarak anılan bu nehir, Fransa’nın güneyinde konumlanan Nîmes kentinde yer aldığı düşünülen bir tatlı su kaynağıydı. Şehrin de ismini bu kaynaktan aldığı iddia edilmektedir. Antikçağ özelinde şehre adını veren bu tatlı su kaynağının yakınlarında kutsal bir alanın bulunduğu ve burada da Deus Nemausus adında bir kült merkezinin var olduğu bilinmektedir.
[lxxii] Timavus olarak anılan bu nehir, Aquileia ve Trieste (ya da Histria ile Venetia bölgeleri özelinde) arasında yer alan ve antikçağda ün kazanmış bir tatlı su kaynağıydı. Günümüzde Timao Nehri olarak da bilinmektedir (bk. Verg. Aen. I. 245f. Ayrıca bk. Mela. II. 4. 3; Plin. Nat. II. 103, 106, 229; III. 18, 22, 127; Verg. Aen. I. 244; Mart. IV. 25. 5).