Derinlerdeki Portreler – Portraits of the Deep: Underwater Tales of Anatolia
Mehmet BEZDAN
ISBN: 9789944264761
Sayfa: 477
Baskı Yılı: 2016
Baskı Yeri: İstanbul
Yayınevi: Denizler Kitabevi
LIBRI III (2017) 145-160
DOI: 10.20480/lbr.2018029
Geliş Tarihi: 10.02.2018 | Kabul Tarihi: 01.03.2018
Elektronik Yayın Tarihi: 08.03.2018
Telif Hakkı © Libri Kitap Tanıtımı, Eleştiri ve Çeviri Dergisi, 2018
M. BEZDAN, Derinlerdeki Portreler – Portraits of the Deep: Underwater Tales of Anatolia. İstanbul 2016. Denizler Kitabevi, 477 sayfa (153 görsel ile birlikte). ISBN: 9789944264761
Denizcilik Arkeolojisi, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren insanlığın tarihsel belleğini şekillendiren ve kimi zaman da bildiklerimizi tamamen değiştiren bir bilim dalı olarak gelişim göstermiştir. Söz konusu bilim dalı, gelişim sürecinin ilk evresinde kimi zaman arkeologların ve bazense antropologların eleştirel tutum ve görüşlerine maruz kalmış olsa da, bu durum uzun süredir devam eden ve faydalı sonuçlar doğuran bilimsel bir tartışma ortamını beraberinde getirmiştir. Bu tartışma ortamının odağındaki soru; “Denizcilik arkeolojisinin tam olarak ne olduğu ve mevcut Arkeoloji ve Antropoloji disiplinlerine özgü geleneksel araştırma, tespit etme, belgeleme ve de muhafaza altına alma teknikleri başarılı bir biçimde uygulanırken, ani bir şekilde gündeme gelen böylesine yeni bir disipline neden ihtiyaç duyulduğuydu?”.
Bu tartışma (özellikle son elli yılı aşkın zaman diliminde) hararetli bir biçimde sürüp giderken, Denizcilik Arkeolojisi disiplini zaman içerisinde gelişerek kendine özgü bir ekol yaratmıştır. Böylelikle ilk adım olarak, dünya genelindeki farklı üniversitelerde (öncelikle 1976 yılında, Texas A&M Üniversitesi, Antropoloji Bölümü bünyesinde Nautical Archaeology Program/Denizcilik Arkeolojisi Anabilim Dalı adıyla akademik eğitim vermeye başlamıştır) Denizcilik Arkeolojisi kürsüleri oluşturulmuştur. Sonrasındaysa, yurt dışındaki öncülüğünü INA’nın (Institute of Nautical Archaeology – Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü), yurdumuzdakini ise TINA’nın (Turkish Institute of Nautical Archaeology – Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı) yapmış olduğu ve alana özgü çalışmalar-projeler gerçekleştiren araştırma enstitüleri ve merkezler kurulmuştur. Bu süreci takiben, çeşitli üniversitelerdeki farklı akademik birimler bünyesinde, ya da belirli bilimsel enstitü/merkezlerin çatısı altında çalışmalarını sürdüren birçok bilim insanı ve araştırmacı veyahut denizcilik arkeolojisi çalışmalarına dâhil olarak mevcut projelere destek sunan gönüllüler, bu alandaki öncül araştırmaların yürütücüleri ya da paydaşları olmuşlardır. İnceleme altına alınan bu çalışma da, denizcilik arkeolojisi araştırmalarına öncülük eden arkeologların, arkeologlara destek veren araştırmacıların, araştırmaların başlamasına neden olan keşiflere imza atan kişilerin, araştırmalar sonucunda çıkan eserlerin sergilenmesinde çalışan müzecilerin ve bu çalışmalara maddi-manevi destek veren gönüllülerin bilgi birikimlerini, diyaloglar şeklindeki söyleşiler biçiminde okuyucuyla paylaşmak amacıyla hazırlanmıştır.
Arkeolog Mehmet Bezdan tarafından sürdürülmüş üç yıllık bir çalışmanın ürünü niteliğindeki bu eserin içeriğinin oluşturulması aşamasında M. Bezdan, Türkiye ya da Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamlarını sürdüren ve çalışmada söyleşisi bulunan paydaşları bizzat ziyaret etmiş ve hazırlamış olduğu soruları belirli bir tema çerçevesinde kendilerine yöneltmiştir. Bu yöntemle yayına hazırlanmış kitabın basımının gerçekleştirilmesi ise Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı tarafından üstlenilmiştir. Yakın bir zaman önce ebediyete intikal eden ünlü Türk iş adamı, aynı zamanda da büyük bir denizcilik arkeolojisi sevdalısı ve destekçisi Mustafa Vehbi Koç’un son söyleşisini içermekte olan bu eser, kendisinin bu aziz hatırasına ithaf olarak, şahsına adanmıştır. Çalışmadaki söyleşiler dâhilinde, denizcilik arkeolojisine önemli hizmetlerde bulunan akademisyenlerin yanı sıra, arkeologlar, araştırmacılar, müzeciler, süngerciler, sualtı fotoğrafçıları ve bu alana maddi manevi destek veren iş adamlarından oluşan yirmi kişinin meslekî geçmişlerine, tecrübelerine ve söz konusu alan özelinde geçirdikleri zaman diliminin izdüşümüne değinilmiştir. Özünde, meslekî bir biyografi derlemesi niteliğine sahip bu çalışma, bilimsel bir üslupla kaleme alınmış olmakla birlikte, akademik ve popüler hususlar üzerine de eğilmektedir. Eserde katkısı bulunan yirmi kişinin her birine çeşitli sayılarda ve türde, bilhassa iştirak ettikleri araştırmalar ve de halen çalıştıkları konular üzerine önem arz eden sorular yöneltilmiş, bu soru-cevaplar da çift dilli bir biçimde (Türkçe ve İngilizce olarak) okuyucuya sunulmuştur.
Çalışmanın Sunuş (8-9) kısmı TINA yönetim kurulu başkanı Oğuz Aydemir tarafından kaleme alınmıştır. Aydemir burada, Türkiye karasularının sualtı kültür mirası açısından son derece eşsiz bir birikime sahip olduğunu, bu nedenle dünyanın önde gelen denizcilik arkeolojisi çalışmalarının ülkemiz karasularında gerçekleştirildiğine dikkat çekmektedir. Buna ek olarak, denizcilik arkeolojisi sevdalısı Mustafa Vehbi Koç’un bu alanın ülkemizdeki gelişimine dair katkılarına ve bu gelişimin önemli basamaklarından birini oluşturan TINA’nın kurulması yönündeki emeklerine ve desteklerine değinmektedir. Sunuşun ardından, M. Bezdan tarafından kaleme alınan Önsöz & Teşekkür (10-13) kısmı yer almaktadır. Bezdan burada, eseri meydana getirmesindeki amacını şu ifadeleriyle özetlemektedir;
“Elinizdeki kitap, denizcilik arkeolojisinin tarihini anlatmayı amaçlamıyor. O tarihe imza atan ya da tanıklık etmiş kişilere dokunmayı; emek veren kişileri bir arada sunmayı amaçlıyor. Denizcilik arkeolojisini destekleyen, doğru bilgiye ulaşan, görüntüleyen, sergileyen, dünyaya anlatan insanların hikâyesi bir bakıma… Sayfalar arasında seslerini duyup yüzlerini göreceğiniz kişilerin anılarını en saf haliyle sizlere aktarmayı amaçlıyor bu kitap”.
“Şimdi karşınızda denizcilik arkeolojisinin sözlü tarihi var; bundan sonra söz, suyun…”.
Eserdeki söyleşilerin ilki, George F. Bass (16-53) ile 2014 yılında gerçekleştirilmiştir. Tıpkı Romalı ünlü hatip Marcus Tullius Cicero’nun, Halikarnassoslu tarihçi Herodotos’u ‘tarihin babası’ (pater historiae [bk. de Legibus I. 5 ve ayrıca bk. de Divinatione II. 116]) olarak addettiği gibi, yine bir başka Halikarnassoslu George F. Bass da, birçok bilim insanı ve araştırmacı tarafından ‘denizcilik arkeolojisinin babası’ olarak kabul görmektedir. Denizcilik arkeolojisi özelindeki bu değerine binaen, çalışmanın George F. Bass ile gerçekleştirilen röportaj ile başlatılması önem arz etmektedir. Söyleşide G. F. Bass’a, gerek akademik çalışmaları, gerek meslekî tecrübe-gözlemleri gerekse de özel hayatı, dostlukları ve anıları hakkında yöneltilmiş kırk sekiz soruya ve bu soruların ayrıntılı cevaplarına yer verilmektedir. Kendisinin 1960 yılında Türkiye karasularında başladığı, 2010 yılına kadar aktif bir şekilde elli yıl boyunca sürdürdüğü ve sonucunda da karanlığa yüz tutmuş denizcilik tarihini aydınlatmaya başladığı öncül araştırmaları, bu soru ve cevaplar özelinde etraflı bir biçimde gündeme getirilmektedir. Bu minvalde öncelikle; kendisinin akademik kimliğine, saha çalışmalarına ve çalışma-araştırmalara finansman sağlanması esnasında karşı karşıya kaldığı güçlüklere ve bu güçlükleri aşabilmek adına geliştirdiği yöntemlere değinilmektedir. Akabinde; G. F. Bass’ın, bulunduğu akademik ortamda denizcilik arkeolojisini hususi bir bilim disiplini olarak kabul ettirebilme mücadelesi, çalışma arkadaşlarının onun bu mücadelesine ve ayrıca yürütücüsü olduğu çeşitli araştırma-projelere sunduğu katkılar ve de INA ile Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi gibi kuruluşların bilimsel temellerinin atılması süreçlerindeki paydaşlıkları bahis konusu edilmektedir.
İkinci bölümde, George F. Bass’ın elli yılı aşkın çalışmaları boyunca, kendisinin en yakın çalışma arkadaşlarından biri olan Frederick van Doorninck (54-71) ile 2013 yılında gerçekleştirilen söyleşiye yer verilmektedir. Van Doornick’e yöneltilen otuz dört soru özelinde öncelikle, kendisinin G. F. Bass ve denizcilik arkeolojisiyle tanışma süreci ve Bodrum’daki ilk anıları, INA’nın kurulmasında ve aynı zamanda Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ndeki mevcut sergilerin oluşturulmasında sahip olduğu önemli paylar bahis konusu edilmektedir. Ayrıca, van Doorninck’in bilimsel idealleri-hayalleri, alana yönelik gözlemleri ve çalışma arkadaşları hakkındaki şahsi görüş-gözlemleri de mercek altına alınmaktadır. Sualtı araştırmaları konusundaki çalışmalarını halen aktif bir biçimde sürdürmeye devam eden van Doorninck; “hayallerimden biri de Serçe Limanı gemisindeki insanların kim olduğunu ortaya çıkarmak. Bugün hala onlar hakkında yeni şeyler öğrenmeye devam ediyorum” şeklindeki ibaresiyle geleceğe dair planlarının olduğunu da okuyucularla paylaşmakta ve söyleşi kendisinin bu paylaşımıyla sonlandırılmaktadır.
Üçüncü bölüm, George F. Bass’ın elli yılı aşkın sualtı çalışmaları boyunca, kendisinin yakın çalışma arkadaşlarından bir diğeri olan Donald Frey (72-93) ile 2013 yılında gerçekleştirilen söyleşiye ayrılmıştır. Dünyanın en önemli sualtı fotoğrafçılarından biri olarak gösterilen ve yazarın tabiriyle ‘INA’nın sualtındaki gözü’ olarak anılan D. Frey’e yöneltilen otuz soru çerçevesinde öncelikle, kendisinin bir Fizik öğretmeni olarak beş sene boyunca İstanbul’da görev yapmasını takiben denizcilik arkeolojisiyle nasıl ve ne zaman tanıştığına dair anlatıya yer verilmektedir. Akabinde, Bodrum’a geliş sürecine, ayrıca INA ve G. F. Bass ile yollarının nasıl kesiştiğine yer verilmektedir. Son olarak, kendisinin denizcilik arkeolojisi kariyerindeki tecrübeleri, gözlemleri ve anıları çeşitli sorular özelinde söyleşinin gündemine dâhil edilmektedir. Böylece; Uluburun, Yassıada ve Şeytan Deresi gibi bilimsel anlamda son derece büyük öneme sahip araştırmalarda görev yapmış bir bilim insanı olan D. Frey, denizcilik arkeolojisi disiplininin varoluşu, gelişimi, mevcut durumu ve geleceği hakkında kapsamlı bir bilgi birikimini ve sualtı fotoğrafçılığının kısa bir meslekî tarihçesini okuyuculara aktarmaktadır.
Dördüncü bölüm; Bodrum denince hafızalarda yer edinmiş ilk figürlerden biri olarak anılan, Halikarnas Balıkçısı başta olmak üzere pek çok yazarın da hikâyelerinde-romanlarında sıklıkla başrolde bulunan süngercilerden biri olan Mehmet İmbat (94-103) ile 2013 yılında gerçekleştirilen ve yirmi dokuz soru-cevaptan oluşan söyleşiyi bünyesinde barındırmaktadır. Söyleşi özelinde, Yadigâr isimli teknesiyle tam kırk sene boyunca süngercilik yapan ve bu süre zarfında Bodrum Sualtı Arkeolojisi Müzesi’nde sergilenen birçok amphoraya ek olarak, Afrikalı Genç ismi verilen ünlü heykeli de bularak müzeye teslim eden İmbat Kaptan’ın anıları bahis konusu edilmektedir. Ayrıca, amcası süngerci Ahmet Erbil’in de yine aynı tekneyle, diğer bir önemli eser niteliğine sahip olan Demeter heykelini bulmasına ve İzmir Arkeoloji Müzesi’ne teslim etmesine dair ayrıntılara değinilmektedir. Bu hususlara ek olarak, İmbat Kaptan’ın George F. Bass ve Peter Throckmorton ile anılarına yer verilmektedir. Diğer yandan, Bodrum’daki süngerciliğin gelişim sürecinin neredeyse tamamına şahitlik etmiş İmbat Kaptan’ın, söz konusu mesleğin avantaj – dezavantajlarına yönelik görüşleri, izlenimleri ve tecrübeleriyle alakalı bilgi paylaşımında bulunularak, süngerciliğin kısa bir tarihçesi okuyucuya özetlenmektedir. Son olarak ülkemizin önemli sorunlarından biri haline gelen tarihi eser kaçakçılığının mevcut kültür mirasımıza-birikimimize vermiş olduğu zarar göz önüne alınacak olduğunda bu söyleşi, ‘yurttaşlık bilinciyle ve sosyal sorumluluk ilkesiyle’ hareket ederek karşılaştığı materyal kültür kalıntılarını ivedilikle resmi makamlara teslim etmiş olan İmbat Kaptan’a bir teşekkür maiyetine de sahiptir.
Bir sonraki ve beşinci bölümde, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin kurulmasına öncülük eden, ülkemizdeki sualtı kültür mirasının korunmasındaysa son derece önemli bir paya sahip Oğuz Alpözen (104-131) ile 2013 senesinde gerçekleştirilmiş olan söyleşi okuyucuya sunulmaktadır. Söyleşide, arkeolog unvanıyla denizcilik arkeolojisinin gelişimine tanıklık etmiş O. Alpözen’in kırk yılı aşkın bir süre boyunca sürdürdüğü müzecilik faaliyetleri ve terkedilmiş durumdaki Bodrum Kalesi’nin dünyanın en fazla ziyaretçi çeken müzelerinden biri olan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne dönüştürülmesi süreci otuz üç soru-cevap özelinde ayrıntılı bir şekilde bahis konusu edilmektedir. Bu hususlara ek olarak, O. Alpözen’in denizcilik arkeolojisi, INA ve George F. Bass ile tanışma hikâyesine de yer verilmektedir. Diğer bir yandan O. Alpözen, altmışlı yıllardaki doğallığıyla ve günümüzdeki gibi betonlaşmaya -henüz- maruz kalmamış haliyle, eski Bodrum’un ayrıntılı bir tasvirini söyleşi özelindeki sorular vasıtasıyla okuyucuya sunmaktadır. Son olarak, kendisinin George F. Bass, Frederick van Dorninck, Donald Frey, Cemal Pulak ve Nergis Günsenin başta olmak üzere, çalışma arkadaşlarıyla anılarına, ayrıca da müze müdürlüğü görevinden emekli olduktan sonra maruz kaldığı çeşitli suçlamalara karşı uzun bir süre boyunca sürdürdüğü hukukî mücadeleye değinilmektedir.
Altıncı bölüm eserin en kapsamlı, aynı zamanda da en geniş içeriğe ve sayfa sayısına sahip kısmını oluşturmaktadır. Bu kısım, kitaptaki söyleşilerin hemen hemen tamamında ülkemizin ve aynı zamanda da dünyanın önde gelen denizcilik arkeolojisi uzmanlarından biri olarak anılan ve Texas A&M Üniversitesi, Antropoloji Bölümü, Denizcilik Arkeolojisi Anabilim Dalı’nda profesör unvanıyla görevini sürdürmekte olan Cemal Pulak (132-221) ile 2013’te gerçekleştirilen söyleşiyi ihtiva etmektedir. Bu söyleşi kapsamında C. Pulak’a birbirinden farklı, ağırlıklı olarak akademik içeriğe sahip altmış beş soru yöneltilmekte ve kendisinin bu sorulara son derece ayrıntılı bir biçimde verdiği cevaplar neticesinde okuyuculara denizcilik arkeolojisi üzerine didaktik bir değerlendirme sunulmaktadır. Soru-cevaplar özelinde öncelikle, lisans-yüksek lisans eğitimini makine mühendisliği alanında tamamlayan C. Pulak’ın 1975 yılında, G. F. Bass ve denizcilik arkeolojisiyle tanışmasına dair anılarına değinilmektedir. Akabinde C. Pulak’ın beş sene boyunca çeşitli sualtı araştırmalarında yer almasının ardından, 1980 yılında Texas A&M Üniversitesi, Antropoloji Bölüm, Denizcilik Arkeolojisi Anabilim Dalı bünyesinde başladığı lisansüstü tahsil süreci hakkında aktarımda bulunulmaktadır. Buna ek olarak kendisinin, denizcilik arkeolojisi dışında tarih, zooloji ve botanik gibi farklı disiplinlere yönelik ilgisine değinilmekte, ayrıca uzun yıllar boyunca içinde yer aldığı Türk ve Amerikan akademik eğitim sistemleri özelindeki arkeoloji algısının değişkenlikleri hakkındaki görüşleri ve mukayeseleri okuyucuyla paylaşılmaktadır. Röportaj genelinde C. Pulak’ın yaklaşık otuz yıldır üzerinde çalışmalarını sürdürdüğü Uluburun Gemisi araştırmaları esnasında (dalış ve kazı süreci, 1984-1994 yılları arasında on bir sezon boyunca aralıksız olarak devam etmiştir) kullanılan yöntemlere, bu yöntemlerin geliştirilmesine, böylelikle elde edilen verilere ve ulaşılan sonuçlara ayrıntılı bir biçimde değinilmektedir. Ayrıca C. Pulak’ın, Marmaray Projesi kazıları sırasında 2005 yılında kalıntıları gün yüzüne çıkartılan Yenikapı Batıkları (farklı tür ve yapıdaki toplam 37 gemiden oluşmaktadır) ile Theodosius Limanı hakkındaki çalışmaları, görüşleri ve gözlemleri hakkında güncel bilgiler de okuyucuların ilgisine sunulmaktadır. Tüm bu hususlara ek olarak, kendisinin INA ve Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi gibi farklı kurum ve kuruluşların kurulması-kalkınmasındaki paylarına ve de üstlendiği sorumluluklara yer verilmektedir. Son olarak, çalışma arkadaşları hakkındaki anıları, tarihi eser ve diğer materyal kültür kalıntılarının muhafazası hususundaki önerileri, ayrıca Türkiye’deki mevcut sualtı çalışmaların dünü, bugünü ve yarını hakkındaki genel izlenimi-öngörüleri bahis konusu edilmektedir.
Yedinci bölüm, TINA’nın kurucusu ve aynı zamanda da iyi bir dalgıç ve sualtı fotoğrafçısı olarak tanınan Ayhan Sicimoğlu (222-241) ile 2014 senesinde gerçekleştirilen söyleşiden müteşekkildir. Söyleşi özelinde A. Sicimoğlu’na on sekiz farklı soru yöneltilmektedir. Bu sorular ve cevaplar dâhilinde genel olarak, A. Sicimoğlu’nun denizcilik arkeolojisiyle tanışma sürecine, Şeytan Deresi batığı çalışmalarındaki ilk denizcilik arkeolojisi deneyimlerine, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi hakkındaki görüşlerine, sualtı fotoğrafçılığı konusundaki tecrübelerine ve TINA’nın kuruluş sürecinden günümüze değin mevcut sualtı çalışmalarına sunduğu katkı ve desteklere değinilmektedir. Son olarak; Oğuz Aydemir’in öncülüğünde, Ali Rıza İşipek’in katkısıyla ve TINA’nın destekçiliğinde Avrupa’nın çeşitli kentleri-müzelerinde sergilenmiş Sultan Süleyman’ın Kartografı Piri Reis Sergisi’ne dair görüş alışverişinde bulunulmaktadır. Bu bağlamda A. Sicimoğlu, serginin ülkemizin ayrıca da denizcilik kültürümüzün ve tarihimizin ulusal/uluslararası ölçekte tanıtımındaki önemine dair değerlendirmede bulunmaktadır.
Sekizinci bölüm, Türkiye’nin en önemli iş adamlarından ve son derece tutkulu bir sualtı sevdalısı, ayrıca denizcilik arkeolojisi alanındaki proje ve çalışmalara gerek maddi gerek manevi açıdan önemli katkılarda bulunan merhum Mustafa V. Koç (242-267) ile 2015 yılında gerçekleştirilen söyleşiyi ihtiva etmektedir. M. V. Koç’a sorulan on üç soru özelinde, kendisinin denizcilik arkeolojisine yönelik ilgisinin nasıl başladığına ve bu ilgisi bağlamında Uluburun batığına yaptığı dalışlar sonucunda edindiği gözlem ve de deneyimlerine yer verilmektedir. Akabinde, TINA’nın kurucularından biri olarak vakfın mevcut icraatları hakkındaki değerlendirmelerine ve Ankara Üniversitesi bünyesinde Urla’da faaliyete geçirilen ve şu an kendi ismiyle anılan Mustafa Vehbi Koç Deniz Arkeolojisi Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin kurulması amacıyla sarf etmiş olduğu emeklere ve sunmuş olduğu katkılara değinilmektedir. Bunlara ek olarak, kendisinin Claude Duthuit ve George F. Bass gibi sualtı araştırmalarının öncül isimleriyle meslekî ilişkilerine ve anılarına dair aktarımlarda bulunulmaktadır. Ayrıca, ülkemizin sualtı kültür kalıntıları bakımından sahip olduğu değerlerle ilintili düşünceleri okuyucularla paylaşılmaktadır. Söyleşinin sonundaysa, kendisiyle yolları kesişmiş ve de denizcilik arkeolojisi konusunda araştırma-çalışmalarını sürdüren kişiler (genellikle akademisyenler, iş adamları ve vakıf üyeleri), ebediyete intikal eden Mustafa Vehbi Koç hakkındaki görüş ve düşüncelerini aktarmaktadırlar.
Dokuzuncu bölümde, TINA başkanı Oğuz Aydemir (268-301) ile 2013’te gerçekleştirilen söyleşiye yer verilmektedir. O. Aydemir’e sorulan otuz üç soru özelinde, kendisinin denizcilik arkeolojisine ilgisinin ne zaman ve nasıl başladığına, TINA’nın kuruluş sürecine, amaçlarına ve gelecekteki hedeflerine değinilmektedir. Buna ek olarak O. Aydemir’in ve aynı zamanda TINA’nın öncülük ettiği bilimsel yayınlar, projeler ve sergiler üzerine değerlendirmelerde bulunulmaktadır. Ayrıca, ülkemizin sahip olduğu sualtı materyal kültür kalıntılarının mevcut durumu ve bu kalıntıların yerinde tespit edilip kayıt altına alındıktan sonra muhafaza edilebilmesi hususunda O. Aydemir’in görüşlerine yer verilmektedir. Diğer taraftan, Türkiye’de sualtı kazısı sürdüren (özellikle yabancı) araştırmacıların sıklıkla maruz kaldıkları tarihi eser kaçakçılığı suçlamaları ve arkeolojik batıklara sahip karasularının dalış turizmine açılmasının yol açabileceği kültürel tahribat gibi sıklıkla gündeme gelen ve tartışılan güncel meselelere yer verilmektedir. Son olarak bu bölümde, her açıdan oldukça kıymetli bir sualtı kültür mirası birikimine sahip Türkiye’de kapsamlı bir denizcilik-gemicilik tarihi müzesinin olmayışına ya da makul seviyedeki donanıma veya teçhizata sahip konservasyon/preservasyon laboratuvarlarının bulunmayışına dair tespit-gözlemler ve detaylı çözüm önerileri tartışılmaktadır.
Onuncu bölüm, Türkiye’de batık kazısı gerçekleştirmiş ilk Türk bilim insanı olarak önemli projelerde imzası bulunan ve gerçekleştirdiği bilimsel araştırmalar sonucunda oluşturduğu (X-XIII. yüzyıllar arasındaki üç yüz yıllık dönemi kapsayan) amphora tipolojisi çalışması tüm dünyada kabul görmüş Nergis Günsenin (302-311) ile 2016 yılında gerçekleştirilen söyleşiyi kapsamaktadır. Kendisine sorulan on iki soru özelinde, N. Günsenin’in INA, denizcilik arkeolojisi ve George F. Bass ile tanışma hikâyesi, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi hakkındaki görüşleri, sualtı araştırmalarındaki geçmişine yönelik tecrübelerinin yanında geleceğe dair planları da bahis konusu edilmektedir. Bu hususlara ek olarak, Türkiye’de batık kazısı gerçekleştiren ilk Türk bilim insanı olarak, kendisinin arkeolojik sahada ve akademik ortamda karşılaştığı güçlükler, bu güçlükleri aşmak için geliştirdiği çözüm yöntemleri ve ayrıca George F. Bass ile Frederick van Doorninck başta olmak üzere, çalışma arkadaşlarıyla anıları hakkında bilgi paylaşımında bulunulmaktadır. Kendisine ayrılan bölüm, N. Günsenin’in mesleki ve akademik çalışmaları sonucunda ulaştığı şu izlenimle sona ermektedir;
“Arkeolojik kazılar zordur. İmkân, zaman, sabır ister: en önemlisi de cesaret ister. Bu kazılar sualtındaysa tüm bu faktörler en az ikiye katlanır. Adalar etrafındaki yıllar süren sualtı araştırmalarım sırasında tek amacım bir kazı başlatabilmekti. Az önce anlattığım faktörlerden, imkân hariç hepsi vardı ama cesaret ağır bastı: bir avuç gençle Marmara Adası’nın Çamaltı Burnu bölgesinde, XIII. yüzyıla tarihlediğim batığı kazmaya başladık”.
On birinci bölümde, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde on iki yıl görev yapan, bu süreçte birçok batık kazısına katılan ve şu an ise Dokuz Eylül Üniversitesi çatısı altında Osmanlı Dönemi Sualtı Kültür Mirası ve Batık Envanteri Projesi’ne başkanlık eden Harun Özdaş (312-335) ile 2015 senesinde gerçekleştirilen söyleşi okuyucularla paylaşılmaktadır. H. Özdaş’a yöneltilen kırk iki soru özelinde öncelikle, kendisinin denizcilik arkeolojisiyle tanışma hikâyesine yer verilmekte, akabinde Bodrum Sualtı Arkeolojisi Müzesi’nde çalıştığı dönemde edindiği ve alana özgü bir önem derecesine sahip meslekî gözlem-görüşlerine değinilmektedir. Ayrıca, kendisinin ilk sualtı kazısını gerçekleştirdiği Uluburun batığı hakkındaki anıları ve gözlemleri de bahis konusu edilmektedir. Bu hususlara ek olarak, uzunca bir süredir üzerinde çalışmaya devam ettiği Sualtı Kültür Mirası ve Batık Envanteri Projesi üzerine bilgilendirmede de bulunulmaktadır. Son olarak, H. Özdaş’ın ülkemizin sualtı kültür mirasının korunmasına yönelik görüşlerine ve katıldığı çalışmalar sırasında yollarının kesiştiği araştırmacılarla arasındaki meslekî yakınlık-anılara değinilmektedir.
On ikinci bölümde, Koç Holding’de uzun yıllardır Baş Hukuk Müşaviri olarak görev yapmakta olan Kenan Yılmaz (336-347) ile 2014’te gerçekleştirilen söyleşi bulunmaktadır. K. Yılmaz’a sorulan on iki soru özelinde genel bir perspektifte, tecrübeli bir avukat olarak mesleğini icra ettiği sırada denizcilik arkeolojisiyle nasıl tanıştığına, TINA ile yollarının ne zaman-ne şekilde kesiştiğine ve Anadolu kıyılarının sahip olduğu sualtı kültür mirası birikiminin zenginliğine değinilmektedir. Bunlara ek olarak, kendisinin George F. Bass ve de Claude Duthuit başta olmak üzere, denizcilik arkeolojisi camiasının önde gelen isimleriyle dostane ilişkilerine ve anılarına yer verilmektedir. Son olarak TINA’nın Türkiye’deki sualtı çalışmalarına sunduğu ve sunmayı planladığı katkılar ile birlikte, vakfın geleceğe yönelik öngörüleri de bahis konusu edilerek söyleşi sonlandırılmaktadır.
On üçüncü bölüm, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi bünyesinde bulunan Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü ile yine bu bölümün çatısı altındaki Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma-Onarım Anabilim Dalı’nın başkanlıklarını eş zamanlı olarak sürdüren öğretim üyesi Prof. Dr. Ufuk Kocabaş (348-375) ile 2016 yılında gerçekleştirilen söyleşiyi içermektedir. Görüşme gündemi toplamda kırk üç sorudan oluşmaktadır. Kitabın tamamı dikkate alınacak olduğunda, Cemal Pulak’ın söyleşi metnine ayrılan kısımdan sonraki en kapsamlı ve geniş içerikli ikinci röportaj metni Kocabaş’a aittir. Söyleşide özellikle; İstanbul Üniversitesi adına başkanlığını yürüttüğü, Marmaray Projesi hafriyat çalışmaları esnasındaki keşfi dünya genelinde büyük bir yankı uyandıran, buna mukabil kazı raporları da merakla takip edilen ve toplamda otuz yedi gemi batığını bünyesinde barındıran Yenikapı Batıkları Projesi’nin geçmişi-önemi hakkında U. Kocabaş ile görüş alışverişinde bulunulmaktadır. Buna ek olarak, söz konusu proje esnasında ortaya çıkarılan ve mimari kalıntıları Geç Antikçağ – Ortaçağ’a tarihlendirilen Theodosius Limanı üzerine de bilgilendirmede bulunulmaktadır. Bu hususları takiben U. Kocabaş, gerek Yenikapı’da bulunan batıklardaki gemi omurgalarının, gerek bu gemilerden ele geçen arkeolojik objelerin gerekse de Theodosius Limanı kazıları sırasında ulaşılan materyal kültür kalıntılarının muhafaza edilmesi, araştırılması, sergilenmesi ve gelecek nesillere aktarılması bakımından önem arz eden donanımlı bir denizcilik müzesinin ülkemiz açısından gerekliliğine değinmektedir. Ayrıca, kendisinin George F. Bass, Nergis Günsenin, Oğuz Alpözen ve Cemal Pulak gibi kişilerle arasında geçen anılarına, diğer yandan da Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi hakkındaki görüşlerine yer verilmektedir. Söyleşinin sonunda, kitaptaki diğer akademisyenlerle de altı çizilen ve tartışılan terminoloji problemi üzerinde durulmaktadır. Bu doğrultuda, Arkeoloji literatüründe kabul gören Sualtı Arkeolojisi teriminin söz konusu alanda yapılan çalışmaları tam olarak karşılamadığı, bu minvalde alandaki çalışmaları tanımlamak açısından daha uygun bir anlam içeren Denizcilik Arkeolojisi teriminin kullanılmasıyla bu terminolojik karmaşanın giderilebileceğine dair görüş alışverişinde bulunulmaktadır.
On dördüncü bölüm, tıpkı Mustafa Vehbi Koç gibi bir sualtı sevdalısı, ayrıca denizcilik arkeolojisi alanında sürdürülen çalışmaların da önde gelen ve daimi destekçilerinden bir diğeri olan ünlü iş adamı Jeff Hakko (376-391) ile 2015 senesinde gerçekleştirilen söyleşiyi kapsamaktadır. Söyleşi özelinde J. Hakko’ya yirmi iki soru yöneltilmektedir. Söz konusu sorular genelinde öncelikle, J. Hakko’nun denizcilik arkeolojisi serüvenine başlama hikâyesine, akabinde TINA’nın yönetim kuruluna ne zaman ve ne şekilde dâhil olduğuna değinilmektedir. Ayrıca, J. Hakko’nun sualtındaki çeşitli araştırma projelerine katılması sonucunda ulaştığı gözlemler, edindiği tecrübeler ve sahip olduğu anılar hakkında değerlendirmede bulunulmaktadır. Son olarak kendisinin, George F. Bass, Peter Throckmorton, Cemal Pulak ve Donald Frey gibi denizcilik arkeolojisi camiasının önde gelen isimleriyle yaşadığı hatıralara ek olarak, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne yönelik gözlemlerine yer verilmektedir.
On beşinci bölüm, INA’nın başkanlığını halen sürdüren ve aynı zamanda denizcilik tarihine ışık tutmuş Tektaş ve Kızılburun gibi önemli batıkların kazı başkanlığını gerçekleştiren Deborah Carlson (392-401) ile 2016’da gerçekleştirilen söyleşiyi içermektedir. D. Carlson’a yöneltilen dokuz soru özelinde genel olarak, kendisinin denizcilik arkeolojisiyle tanışma hikâyesine, akabinde sırasıyla Bozburun, Tektaş ve Kızılburun gibi önemli batıklardaki dalış ve araştırmaları sonucunda edindiği gözlemlerle tecrübelere değinilmektedir. Buna ek olarak, Türkiye karasularının sualtı kültür mirası bakımından ne denli değerli bir çalışma sahası olduğu hususunda görüş alışverişinde bulunulmaktadır. Son olarak, başkanlığını sürdürdüğü INA’nın gelecek yıllarda gerçekleştirmeyi planladığı araştırmalar-projelerle ilgili açıklamalarına ve erkeklerin egemen olduğu denizcilik arkeolojisi camiasında önemli işlere imza atmış başarılı bir kadın denizcilik arkeolojisi uzmanı olarak, genç kadın meslektaşlarına yönelik tavsiyelerine değinilmektedir.
On altıncı bölüm, Konya Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü bünyesinde Sualtı Arkeolojisi Anabilim Dalı’nın kurulmasını sağlayarak Türkiye’deki üniversitelerde söz konusu alanın kurumsallaşmasına öncülük eden ve aynı zamanda dünya genelinde büyük bir yankı uyandıran İznik Gölü Bazilikası’nı bilim camiasının ilgisine sunan Mustafa Şahin (402-419) ile 2016 yılında gerçekleştirilen söyleşiyi içermektedir. M. Şahin’e yöneltilen on sekiz soru özelinde öncelikle kendisinin denizcilik arkeolojisi kariyerinin nasıl başladığına ve ne şekilde ilerlediğine değinilmektedir. Bunlara ek olarak M. Şahin, temel denizcilik arkeolojisiyle ilgili meslekî ve akademik eğitimin başlıca esaslarına yönelik görüş ve düşüncelerini okuyucuyla paylaşmaktadır. Ayrıca, söz konusu disiplininin doğru ya da hatalı algılanmasına dair bazı örnekler sunmaktadır. Son olarak, Myndos antik kentindeki liman çalışmalarının ardından İznik Gölü’nde keşfedilen bazilikaya yönelik gerçekleştirdiği öncül çalışmalarına yer verilmektedir.
On yedinci bölüm, hem bir arkeolog, hem deniz taşıtlarının yeniden inşasına hem de bu alanda gerçekleştirilen deneysel arkeoloji projelerine öncülük eden, aynı zamanda da son derece tutkulu bir deniz sevdalısı Osman Erkurt (420-435) ile 2013 yılında gerçekleştirilen söyleşiye ayrılmıştır. O. Erkurt’a yöneltilen on yedi soru özelinde öncelikle, kendisinin tarihten günümüze Anadolu kıyılarında seyrüsefer yapmış birçok deniz taşıtının replikasını yaptığına ve bu replikaları açık denizde çeşitli açılardan test ettiğine değinilmektedir. Buna ek olarak, 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği’nin de başkanlığı yürüten O. Erkurt ile derneğin ilk deneysel arkeoloji projesi sayılan ve Uluburun açıklarında MÖ XIV. yüzyılda batan geminin bir replikası niteliğine sahip Uluburun 2 gemisinin tasarım-inşa sürecinin yanında, test seferleri hakkında görüş alışverişinde bulunulmaktadır. Bununla birlikte, yine kendisinin öncülüğünde Kaş karasuları açıklarında gerçekleştirilen Kaş Sualtı Arkeopark Projesi hakkında genel bir değerlendirmeye yer verilmektedir. Ayrıca, kendisinin ve derneğin diğer bir önemli faaliyeti olan İzmir Kayıkları Projesi, ayrıca bu projenin kentin denizcilik kültürüne ve tarih bilincine katkıları söyleşinin gündeminde yer almaktadır. Söyleşi, O. Erkurt’un ve başkanlığını sürdürdüğü derneğin geleceğe dair hedeflerinin-planlarının ve tüm dünya genelinde kendi projelerine benzer özelliğe sahip projeler hakkındaki görüşlerinin paylaşılması ile sonlandırılmaktadır.
On sekizinci bölüm, 2000 yılından itibaren Limantepe kazılarının sualtı araştırmalarının bilimsel başkanlığını sürdüren ve arkeoloji alanında yarım asrı aşkın bir tecrübe birikimine sahip Hayat Erkanal (436-449) ile 2013 yılında gerçekleştirilen söyleşiyi kapsamaktadır. Söyleşi özelinde H. Erkanal’a on yedi soru yöneltilmektedir. Bu sorular özelinde genel olarak, H. Erkanal’ın elli yıldan daha uzun bir süredir aralıksız olarak devam ettirdiği arkeolojik çalışmalarının detaylarına yer verilmektedir. Akabinde Limantepe’de sürdürülen sualtı araştırmaları sonucunda ulaşılan batıklara ve materyal kültür kalıntılarına değinilmektedir. Bu hususların yanında H. Erkanal, sualtındaki arkeolojik objelerin yerinde tespiti, uygun bir biçimde muhafaza edilmesi ve detaylı olarak araştırılması yönünde atılması gereken adımlar ve yapılması gereken çalışmalar hakkında görüş paylaşımında bulunmakta ve böylelikle söyleşi sonlandırılmaktadır.
On dokuzuncu bölümde, Selçuk Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü, Sualtı Arkeolojisi Anabilim Dalı başkanlığını sürdüren Hakan Öniz (450-463) ile 2016’da gerçekleştirilen söyleşi nakledilmektedir. Söyleşi özelinde H. Öniz’e yirmi üç soru yöneltilmektedir. Sorular dâhilinde öncelikle, arkeolog unvanıyla akademik kariyerine başlamadan evvel profesyonel dalgıç sıfatıyla çalışmalarını sürdüren H. Öniz’in denizcilik arkeolojisiyle ne zaman ve nasıl tanıştığına dair bilgilendirmede bulunulmaktadır. Akabinde, Antalya-Kemer’de yer alan Selçuk Üniversitesi Sualtı Araştırma ve Uygulama Merkezi bünyesinde ve kendisinin yönetiminde, Anadolu’nun güney kıyıları boyunca sürdürülen sualtı araştırmalarına değinilmektedir. Son olarak, ülkemizin denizcilik arkeolojisi bakımından mevcut durumu, stratejik önemi ve gelecekteki değeri bahse açılmakta, buna mukabil Türk karasularındaki sualtı kültür mirasının korunması amacıyla dalışa yasak bölgelerin oluşturulması gibi önlemlere ihtiyaç duyulup duyulmadığı tartışılmaktadır.
Eserin sonunu teşkil eden yirminci bölüm, Japonya karasularında gerçekleştirilen Ertuğrul Fırkateyni Batığı araştırmalarına başkanlık yapan Berta Lledo (464-475) ile 2016 yılında gerçekleştirilen söyleşiyi ihtiva etmektedir. Söyleşi özelinde B. Lledo’ya on üç soru yöneltilmektedir ve bu sorular özelinde öncelikle B. Lledo’nun denizcilik arkeolojine karşı duyduğu ilginin nasıl başladığına ve bu alan üzerinde uzmanlaşmaya ne zaman karar verdiğine değinilmektedir. Akabinde, denizcilik arkeolojisini daha yakından tanıyabilmek adına INA’nın çeşitli araştırmalarında yer almasının ardından, söz konusu disiplin hakkında edindiği öncül gözlem ve tecrübeler bahis konusu edilmektedir. Ayrıca, B. Lledo’nun bu çalışmalar esnasında ekip arkadaşlarıyla arasında geçen şahsi ve meslekî anılarına yer verilmektedir. Bu hususlara ek olarak; kendisinin INA, TINA ve Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi gibi kurumlar hakkındaki değerlendirmeleri nakledilmekte ve Türk karasularının sahip olduğu sualtı kültür mirası üzerine genel bir görüş alışverişinde bulunulmaktadır. Söyleşi, B. Lledo’nun başkanlığında 2007 yılında başlayan ve çeşitli çalışmalar çerçevesinde 2016’ya kadar sürdürülen Ertuğrul Fırkateyni Projesi’nin ve bu proje dâhilinde gösterime sunulan Ertuğrul Projesi: Japonya’da Bir Osmanlı Gemisi başlıklı gezici serginin genel bir değerlendirmesiyle sürdürülmektedir. B. Lledo, söz konusu projenin ve çalışmalarının önemini şu ibaresiyle özetleyerek söyleşisini sonlandırmaktadır;
“Ertuğrul bir Türk gemisi, öyküsü barış ve dostluğu temsil ediyor. Tarihsel anısı 100 yılın üzerinde bir süreden beri yıllık anma törenleriyle, kültürel etkileşimle ve uluslararası iş birliğiyle korunmuştur. Battığından beri birçok insanın yaşamında değişiklik yapmış olan bir batıktır. Dünyanın bir ucundaki bu Japon köyündeki halk hobi olarak Türk folkloru oynamaktadır. Köyün çocuklarının birçoğu biraz Türkçe bilir. İngilizceden daha fazla”.
Çalışma, inceleme altına alınan bölümleri takip eden ve yazar Mehmet Bezdan (476-477) hakkında genel bir bilgilendirme sunan ek bir kısımla sona ermektedir. Son sayfaya ek olarak, arka kapakta yine yazar tarafından kayda alınmış ve çalışmanın içeriğiyle ilgili bir belgesel filmi içeren DVD yer almaktadır. Eser genel hatlarıyla değerlendirilecek olduğunda öncelikle, denizcilik arkeolojisi disiplininin var oluş ve gelişim süreçlerinin çeşitli sorular ve cevaplar özelinde, detaylı bir biçimde irdelendiği göze çarpmaktadır. Bu minval üzere, söz konusu disiplinin günümüzdeki mevcudiyetinin önde gelen paydaşlarının görüş ve değerlendirmeleri kimi zaman akademik, kimi zamansa popüler bir perspektifte okuyucularla buluşturulmaktadır. Bu yönüyle eser akademisyenlere ek olarak, deniz tutkunlarına, denizcilik arkeolojisi sevdalılarına ve diğer meraklılara da hitap edebilen, oldukça kolay anlaşılabilir bir üslupla kaleme alınmıştır. Eseri önemli kılan diğer bir önemli husus ise, alandaki öncül araştırmaları yönlendiren akademisyenler dışında, farklı meslek gruplarına mensup olmalarına rağmen denizcilik arkeolojisine can-ı gönülden destek sunan ve önemli katkılarda bulunan süngercilerin, iş adamlarının ve sanatçıların da çalışmaya dâhil edilmiş olmasıdır. Eser böylelikle disiplinler arası bir perspektif kazanmıştır.
Eserde; okuyucuları şaşkınlık içerisinde bırakan, kimi zaman gülümseten kimi zaman ise heyecanlandıran ve düşünceye sevk eden, ayrıca nostaljik bir değere de sahip önemli ayrıntılar okuyucularla paylaşılmaktadır. Bu ayrıntılara örnek oluşturabilecek ve göze çarpan detaylar şunlardır;
- Kendi aktarımları ışığında George F. Bass, ilk sualtı kazısını gerçekleştireceği Gelidonya Batığı’nın kazı başkanı olarak görevlendirildiğinde, daha önce hiç dalmamıştı ve ayrıca, o dönemde dalış yapmayı dahi bilmiyordu…
- Frederick van Doorninck çoğu zaman neredeyse boğulmak üzere olmasına rağmen, mevcut tehlikeyi fark edemeyecek kadar başında bulunduğu göreve konsantre olan bir çalışma disiplinine sahipti ve genellikle diğer dalgıçlar tarafından uyarılarak su yüzeyine çıkartılmaktaydı…
- Yazarın ‘INA’nın su altındaki gözü’ olarak adlandırdığı, ünlü sualtı fotoğrafçısı Donald Frey denizcilik arkeolojisi ve George F. Bass ile tanışmasını, akabindeyse denizcilik arkeolojisinin önde gelen isimlerinden biri olmasını İstanbul’dayken katıldığı bir yılbaşı partisine borçluydu…
- İmbat Kaptan, 1963’te bulduğu ve Afrikalı Genç adı verilen heykeli kaleye teslim ettikten sonra, bu erdemli davranışının mükâfatı olarak ancak 1250 lira bahşiş alabilmiş olmasına rağmen, George F. Bass kendisine ekstra ödül olarak 5.000 TL ödemişti. Böylelikle İmbat Kaptan bu parayla Yadigâr isimli emektar teknesine yeni bir motor alabilmiş ve bu suretle çalışmalara katkı sunmaya devam edebilmiştir.
- Cemal Pulak’ın hesaplaması ve bilgilendirmesi ışığında, Uluburun Batığı kazısının yıllık masrafı iki yüz elli-üç yüz bin dolar civarındaydı ve toplam on bir yıl devam eden çalışmalar neticesinde, yaklaşık üç milyon dolarlık bir kazı masrafı yekûnu ortaya çıkmıştır…
- Peter Throckmorton ve Claude Duthuit gibi ebediyete intikal etmiş ve denizcilik arkeolojisi özelinde önemli işlerde imzası bulunan kişiler, söz konusu alanın öncü isimlerinin arasındaki yerlerini almış ve bu özellikleriyle tarihe isimlerini yazdırmışlardır. Böylelikle, bu iki önemli kişi bizzat çalışma arkadaşlarının kendisi hakkındaki aktarımları ışığında denizcilik arkeolojisinin özgeçmişindeki yerlerini almışlardır.
Söz konusu ayrıntıların daha fazlasına sıkça şahit olunabilecek bu çalışma, genelde denizcilik arkeolojisinin biyografi merkezli bir sözlü tarihçesini sunmakta, özeldeyse bu tarihçede payı olan tüm kişi ve karakterleri meslekî bir perspektifte tanıtarak bir araya getirmektedir. Böylelikle, bir araya getirilen yirmi kişiye ortak bir konu odağında benzer sorular yöneltilmekte ve bu suallere verilen cevaplar denizcilik arkeolojisine dair birbirinden farklı bakış açılarını ortak bir zeminde buluşturmaktadır; bu minvalde de okuyuculara sorgulama ve karşılaştırma yapabilme imkânı verilmektedir. Sonuç itibarıyla M. Bezdan tarafından mütevazı bir erekle yayına hazırlanmış bu kitap; denizcilik arkeolojisi, tarihi ve kültürel miras gibi çeşitli alanlarda çalışmalarını sürdüren araştırmacılar için önemli bir eser niteliğinde olmakla birlikte, söz konusu alana ilgi besleyen okurlar açısından karanlıkta kalan birçok husustaki boşluğu giderebilecek bir özelliğe sahiptir. Yukarıda sayılan bütün bu özelliklerine binaen de, denizcilik arkeolojisi özelinde bir başvuru kaynağı niteliğindedir.
Akdeniz Üniversitesi
Akdeniz Uygarlıkları Araştırma Enstitüsü
Erkan KURUL (Arş. Gör.)
erkankurul@akdeniz.edu.tr
Kalıcı bağlantı adresi: http://www.libridergi.org/2018/lbr-0159